Version:1.0 StartHTML:0000000262 EndHTML:0000040786 StartFragment:0000002484 EndFragment:0000040750 SourceURL:file://localhost/Volumes/BLACK/A_jansetkaravin/yer6haf%C4%B1za/podcast/A_27%20May%C4%B1s_KARADEN%C4%B0Z%20%C4%B0SYANDA/27%20May%C4%B1s%202011.doc
Yer6 Hafıza
27 Mayıs 2011
Karadeniz İsyanda
Janset Karavin
Janset Karavin:
Herkese iyi akşamlar, ben Janset Karavin. Bu akşam yanımızda Karadeniz
İsyandadır Platformundan iki arkadaşımız var. Hoş geldiniz! İsimlerinizi de
söyleyin siz kendiniz ve başlayalım...
Muhsin Kemal
Şimşek: Muhsin Kemal Şimşek. Hoş bulduk.
Eren Dağıstanlı:
Hoş bulduk. Eren Dağıstanlı.
J.K.: Eren
Dağıstanlı... İlk önce Karadeniz İsyandadır nedir diye sormak istiyorum size?
Nasıl bir platformdur? Nasıl oluşmuştur? Çok kısaca insanlara bundan bahsedebilir
miyiz biraz?
E.D.: Karadeniz
İsyandadır Platformu, bundan yaklaşık bir buçuk sene önce, 2009 yılında,
Senozlu kadınların –Çayeli, Senoz havalisinde- hidroelektrik santrali
şantiyesini taşlamasından sonra İstanbul’da Senozlu gençlerin bir araya gelerek
bu hidroelektrik santrali yapan Karadeniz Elektrik A.Ş. önünde; Capitol
Üsküdar’da bir eylem yapması ve bu eylem neticesi toplanan bir grup insanın
oluşturduğu ve bugüne kadar gelen bir topluluk.
J.K.: Bir eylemle
başladı ve sonra başka eylemlerle devam etti...
E.D.: Evet bir
eylemle başlıyor ve bütün vadileri kapsayan... Bütün vadilerin İstanbul ve
büyük şehirlerdeki sesini oluşturmaya çalışan, nükleer ve termik santrallere
karşı, yaşamı tehdit eden her şeye karşı mücadele eden Karadeniz tabanlı bir
grup.
J.K.: Herkesin
kişisel olarak da katkıda bulunduğu; yaşamsal bir şey söz konusu burada.
E.D.: Evet.
J.K.: Ve hiçbir
örgütlenme söz konusu değilken ortaya çıkan bir hal; çünkü yaşama ilişkin bir
şey ve daha sonra devam eden bir birliktelik.
E.D.: Doğrudan
örgütlenme, doğal olarak aslında...
J.K.: Doğal,
doğrudan ve yatay bir örgütlenme.
E.D.: Evet evet!
J.K.: Peki neler
yapıyorsunuz?
E.D.: Neler
yapıyoruz? Bir buçuk senedir, Karadenizdeki birçok yerelle beraber İstanbul’da
şirket önlerinde, onların yaşamını tehdit eden; vadilerde hidroelektrik
santrali yapmak isteyen şirketlerin önlerinde eylemler yapıyoruz. Bunun
dışında, nükleer santrallere karşı bir takım çalışmalar yapıyoruz. Böyle ne
yapıyorsunuz, deyince o kadar çok şey sayılabilir ki...
J.K.: Şunun için
soruyorum; İstanbul’da burada, Taksim civarında bir iki eyleminize denk geldim
sadece. Çernobil’in yıldönümünde yapılan eylemi Galatasaray’da meydanda
seyrettim ben de. Ama bildiğim kadarıyla şehir içinde bu kadar yoğun eylem
yapma taraftarı değilsiniz, daha çok o bölgede yapıyorsunuz değil mi eylemleri?
E.D.: Şöyle oluyor;
Taksim’de eylem yaptık, nasıl yaptık? Birincisi bu tip genel eylemleri, merkezi
eylemleri Taksim ya da Kadıköy’de olmak üzere, mitingler ya da büyük yürüyüşler
şeklinde yapıyoruz. Onun dışındaki eylemleri, bölgedeki gelişen hassasiyetlere
göre şirket kapılarında yapıyoruz.
J.K.: Ve bölge
insanıyla beraber.
E.D.: Evet, bölge
insanıyla beraber, hep beraber yapıyoruz tabii ki. Şirket kapılarında
yapıyoruz. Nasıl oluyor? Loç Vadililerle beraber –Kastamonu, Cide, Loç Vadisi-
Kabataş’taki şirketin önünde yapıyoruz. Başka bir yerde başka bir şirket önünde
yapıyoruz. Doğrudan eylemi savunan bir grubuz. Bunun sebebi de çok basit;
köylerdeki insanlar, arkadaşlarımız orada köylerini savunurken şirket
yetkilileriyle, şantiye çalışanlarıyla göğüs güğüse mücadele ederken, bizler de
burada onların tabiri caizse borazanlığını yapıyoruz. Biz de İstanbul’da da
bakın bunları destekleyen bu insanlar var, bu insanlar yalnız değillerdir ve
sen orada onu yapıyorsan biz de burada senin şirketinin kapısına dayanırız,
gerekirse camını kırarız, diyoruz.
J.K.: Anlıyorum.
Peki bir şey soracağım sana; biraz kışkırtıcı bir soru olacağını biliyorum
program öncesinde yaptığımız sohbetten ama, Karadeniz neden isyandadır?
E.D.: Karadeniz
1986 20 Nisanında Çernobil nükleer faciasından sonra ölüme terk edilmiştir.
Devletin o günkü bütün yetkilileri –ki bugün de bu sahtekarlık hala daha devam
etmektedir,- radyasyonun olmadığını, Çernobil’in bir etkisinin olmadığını
söylemişlerdi. Sanayi Bakanı Cahit Aral çay içmiş, o dönemin Cumhurbaşkanı
Kenan Evren: ‘’Radyasyon kemiklere iyi gelir!’’ demiştir.
J.K.: ‘’Radyasyon
kemiklere iyi gelir!’’
E.D.: Evet! Gayet
kemiğimize iyi geldi; o yüzden sadece Hopa’da ölümlerin %47’sinden fazlası
kanser!
J.K.: Kanser
yüzünden... Ne kanseri oluyor insanlar?
E.D.: Akciğer,
troid...
J.K.: Sen de
Hopalısın bildiğim?
E.D.: Ben de
Hopalıyım.
J.K.: Bire bir
yaşadığın bir şey olduğu için doğrudan sana...
E.D.: Sorunun akışını
değiştirmeden aslında devam edelim çünkü orada biraz duygusallık da işin içine
giriyor.
J.K.: Tamam,
haklısın... Karadeniz neden isyanda?
E.D.: Buradan
başladı hikaye; ondan sonra hemen 86’nın sonrasında Karadeniz sahilyolu
dediğimiz gerçek bir ucubeyle sahillerimiz yok edildi. Karadeniz denizinden
kopartıldı, ‘’Kayadeniz’’ halini aldı. Bugün televizyonlarda izlediğiniz çok
güzel reklamlar var ya hani, duble yolllar; o duble yolar bizim hayatımızı
mahvetti! Balıkçılığı, bambaşka bir kültürü yok etti. O dönemde Fırtına
Vadisindeydi hidroelektrik santral. Fırtına Vadisi direnişi zaferle sonuçlandı,
taş ocakları, nükleer santraller, termik santraller, hidroelektrik santraller,
Çaykur, Fiskobirlik derken Karadenizli artık gerçekten isyan etti. Zaten isyanı
başlatan bizler değiliz, oradaki insanlar. Oradaki insanların canı yandı, canı
yandığı için sokaklara çıktılar. Bağırmaya, kızmaya, öfkelenmeye başladılar.
J.K.: Taş atmaya
başladılar.
E.D.: Taş atmaya
başladılar Senoz’daki kadınlarımız. Şirketleri taşlamaya başladılar. 86’dan bu
yana yoğun olarak... 86 tabii bir milat değil; onun öncesinde de Karadeniz’de
birçok kötü gidiş var ama...
J.K.: Gene var ama
önemli bir milat gene de...
E.D.: Önemli bir
milat! Bizim için. Karadenizliler için 1986 yılı acı demektir, ölüm demektir.
Nükleer santrallerle ilgili bu sene bir bildiri
bastık biz, kitapçık gibi; yazdık orada: Çernobil’in 25. Yılında, 25 neden. 25.
neden aslında tek nedenimizdir bizim; Çernobil’i yaşadık bizler. Bizlerin
nükleer karşıtı olmamız için zaten başka bir gerekçeye ihtiyacımız yok.
J.K.: Bu yüzden
isyanda Karadeniz. Bu doğal bir hareket yani esasında. Tamamen samimi bir
hareket. Kendiliğinden doğan bir hareket. Çernobil’e değinmişken, o konuda
hakikaten bir şeyler söylenmesi gerekiyor. İnsanlar bunun farkında değiller.
Mesela sizler Karadenizliler olarak zaten yaşadınız bunu ve yaşıyorsunuz
halihazırda ama insanlar bu hiç olmamış gibi düşünüyorlar çünkü medyanın böyle
bir tavrı var. Ne oldu? Olan oldu! Çaylar içildi, bakan da çıktı içti gayet
güzel, hiçbir problem yok, olaylar bitti diye düşünüyorlar.
E.D.: O dönemle
alakalı yürütülen çeşitli politikalar var. Zaten darbe döneminden
bahsediyorsunuz. O dönem basının bunu bilinçli olarak sakladığı... Bunlarla
alakalı raporlarda -Çernobil’i Yaşamak diye bir blogumuz var; oradan da
ulaşabilirler, karadenizisyandadır.org’tan da ulaşabilirler bu raporlara-
bilinçli bir yasaklama dönemi vardı ama bugün geldiğimiz dönemde... 25 yıldır
bu ülkede hiç mi bir şey değişmedi? İsimler değişiyor ama baki kalan bu
sistem... Bugün de birileri çıkıyor nükleer santrali tüpe indirgiyor. Birileri
çıkıyor; T.B.M.M. Kanser Araştırma Komisyonu -Fukuşima patlamadan iki üç ay
öncesidir büyük ihtimalle... Akkuyu ve Sinop için hala hazırlıklar devam
ediyor- ve diyorlar ki: ‘’Karadeniz’de kanserin artışının Çernobil’le alakası
yoktur!’’ Araştırma Komisyonunun yaptığına baktık, ciddi, bilimsel bir
araştırmadır diye. Üç gün, diyor bölgede gezdik, diyor ve insanlarla konuştuk.
İnsanlaral konuşarak siz, radyasyonun ya da kanserin artıp artmadığını nasıl
anlayabilirsiniz? Bizim zaten insanlarımız ölmüş. Mezarlıklara baksalar, doğum
ve ölüm tarihlerine baksalar Karadeniz’de ne kadar kanser artışının olup
olmadığını çok kolaylıkla saptayabilirler. Ve araştırma yaptık, diye dalga
geçercesine bizlerin önüne çıktılar. Niçin? Bu çaba niye? Çernobil’in bir
etkisi yoktur çabası niye? Çünkü bu ülkede nükleer santrali kurmak istiyorlar,
bunun bir alt çalışması olarak bunu yapmak istiyorlar.
Peki Çernobil mi, sadece nükleer santral mi
bizim hayatımızı yok ediyor? Hayır! Hidroelektrik santraller? Diyorlar ki
elektrik üretimi, şu, bu... Bu katiyen yalandır, kesinlikle yalandır. Bunu her
yerde söylüyoruz; gene söyleyeceğiz. Çevre Bakanı açıkça demiştir ki: ‘’Bize
kızıyorlar suyu satıyoruz diye,’’ diyor, ‘’hayır,’’ diyor, ‘’satmıyoruz, 49
yıllığına kiralıyoruz!’’ şirketlere kiralıyoruz diyor, istediğini yapsın diyor.
Bu çok net ve açık; kendilerinin söylemidir. Suyun kullanım hakkını şirketlere
devrediyorlar.
Peki bundan sonrası? Hidroelektrik
santrallerden sonrası? Akmayan dereler, bozulan ekolojik denge, elektrik iletim
hatları; bu iletim hatları şehirlerin içinden, vadilerin içinden geçiyor bunlar
da kanserojen etki yaratacak, ikinci bir Çernobil daha olacak.
J.K.: Ve oysa
Karadeniz’de doğal yaşamdan kopartmak mümkün değil hayatı... Büyük kısmı zaten
küçük yerleşim birimlerinde ve dağınık olarak... Bu gözlemlenen bir şey zaten,
Karadeniz’in yerleşim şekli bu zaten ve doğayla iç içe yaşayan insanlar. Doğa
yok olduğu zaman bunun beraberinde Karadenizdeki kültürün yok olması söz konusu
olabilir mi? Karadeniz İsyandadır Platformu zaten bu şekilde bir araya gelen
bir platform öyle değil mi? İnsanlar, kendi kültürlerini korumak istedikleri
için bir aradalar zaten.
E.D.: Tabii ki.
Dünyada bugüne kadar yapılan baraj çalışmalarında yaklaşık 40 ila 80 milyon
arasında insan göç etmek zorunda kaldı. Karadeniz’de bugün Artvin’de 30 bin
insan Deriner Barajı sebebiyle göç tehlikesiyle yüz yüze.
J.K.: 30 bin kişi!
E.D.: Evet, 30 bin
insan göç tehlikesiyle yüz yüze; zaten Karadeniz türkiye’nin en çok göç veren
bölgesi. Ve bu insanların göç etmesi, oraların insansızlaştırılması, doğal
yaşamın yok edilmesi sadece ekolojik bir yıkım mı? Sadece ağaçların kesilmesi,
derelerin kurutulması mı, daha mı fazlası mı yoksa topyekün bir yaşamın yok
edilmesi mi?
Şöyle söyleyeyim; ben Lazım. Lazlar, Rumlar,
Gürcüler, Ermeniler, Megreller, Çepniler bu insanların hepsi; yedi sekiz kültür
topluluğundan bahsediyorsunuz, buların dillerinden, enstrümanlarından, halk
oyunlarından bahsediyorsunuz, müziklerinden bahsediyorsunuz, bir çok kültürü
topyekün yok etmekten bahsediyorsunuz.
J.K.: Ve bunu ne
için yapıyorsunuz?
E.D.: Kar hırsı
için, para için, daha çok para için! Bu noktada bu insanların zeka düzeyini
cidden sorgulamak gerekiyor.
J.K.: Bu döneme
kadar birçok şey yapıldı, değil mi? Mesela davalar açıldı bireysel olarak...
Onu da size sorayı; siz avukatsınız bildiğim kadarıyla, doğru mudur?
M.K.Ş.: Evet.
J.K.: Bu davalardan
olumlu sonuç alındı mı? Kişisel davalar da var zannediyorum, bir araya
gelinerek açılanlar da var...
M.K.Ş.: Davalar
açıldı... Sağolsun çok da güvenle bakmadığımız yargımız bu konuda adil davrandı
ve yürütmeyi durdurma kararları verdi, iptal kararları verdi ama -bizim ekip
olarak düşüncemizi ifade eder sanırım...- yargı kararlarının da çok güvenilir
olmadığı durumu açığa çıktı. Çünkü, yargı istediği kadar karar versin, kararlı
bir iktidar o yargı kararlarını görmezden gelmeyi sağlayabildi. Bu yargı
kararlarının uygulanmasını bire bir emirlerle engellemesi biçiminde de yaptı,
yapamadığı noktalarda çıkarttığı yeni yasalarla, yasa değişiklikleriyle,
yeniden açtığı ihalelerle vesaire uygulamayı çok güzel başardı. Demem o ki,
adalet denilen şey benim, irademi, temsil etsin diye bir kuruma devretmemdi ve
hukuk kuralları bununla oluşurdu oysa bunun dışına çıktı; beni temsil etmeyen,
hukuku da uygulamamayı sağlayan bir devlet yönetimiyle baş başa kaldık. Bu, kar
hırsıyla vesaireyle yapıldı... O anlamda, uzatmayayım; biz hukuksal haklılık
vesaire peşinde değiliz ya da herhangi bir hak arayışını bir şeyle temsil etmek
durumunda değiliz. Biz diyorz ki: Biz yaşamı savunuyoruz. Savunduğumuz şey
yaşam olunca, yaşamı korumak için şu ya da bu yasa maddesini uygula benim için
demek yerine yaşamsal bir savaş veriyoruz ve hiç kimseden icazet alma ihtiyacı
duymuyoruz. Yargı dahil hiç kimseden icazet almak ihtiyacı duymuyoruz.
J.K.: Zaten biraz
tuhaf olmuyor mu...
M.K.Ş.: Uygulamak
isteyen uygular, uygulanmazsa zaten biz yargı kararına saygılıyız demek
durumunda olmadığımız söylüyoruz; isyanımızın nedeni bu. Önemli olan
meşruiyetse yaşamdan daha meşru hiçbir şey omadığı için bizim önümüze set
çekebilecek hiçbir gücün olamayacağını her zaman açıklıkla ifade ettik.
J.K.: Zaten bu
duruma sebebşyet veren mekanizmaya başvurmak biraz gülünç duruma düşmek
oluyor... Zaten o mekanizma olumlu karar vermiş olsa bile sonuç itibariyle aynı
mekanizma başka bir karar alarak onu bozuyor.
M.K.Ş.: Bir şeyi
söylemek isterim; demin çağrıştırdı; hukuk dışında... aslında hukuğun da içinde...
Demin Eren söz ederken ne için, para hırsı için bunlar yapılıyor diye, bir anda
aklıma hükümetin Dersim Katliamıyla bir partiyi suçlaması ve onun yaptığı
yıkımı sürekli gündemde tutması ve bunun bir asmilasyon politikası olduğunu
dile getirmesi söz konusuydu. Savunusu da şu; dün onu yapanlar, bugün
kendilerini meşru kılamazlar. Ben çok merak ediyorum; bugün Karadeniz’deki
aslında açık olan ama gizledikleri asimilasyonu otuz yıl sonra neyle ifade
edebilecekler? Onların bir bakanı da çıkıp ileride, eh o da o dönemde olması
gereken bir şeydi, dediğinde ne yapacaklar?
J.K.: Çok enteresan
hakikaten de. Açıktan açığa yapılan bir şey ve insanların yaşamlarına ilişkin,
hayatlarına dokunan bir şey olduğu için de tepki verdikleri bir şey ve buna
rağmen devam etme çabası içinde olması devletin ve biz bunları kiralıyoruz
şeklinde bir tavırla...
M.K.Ş.: Her şeye
rağmen diyerek yapıyorlar bunu. Her şeye rağmenin karşısında savunma
mekanizmasının da her şeye rağmen lacağını tahmin ediyor oolduklarını
düşünüyor; o kadar aptal olduklarını düşünmüyoruz ama aptalca çok şey
yapıyorlar, evet.
J.K.: Fırtına
Vadisinden bahsetmiştin ya, o bir zaferdi diye ifade ettin ama galiba daha
sonra oralarda bir şeyler yapıldı, mesela derenin aktığı yerden bahsettin,
beton bloklardan... Hakikaten bir zafer olarak nitelenebilir mi?
E.D.: Fırtına
Vadisi zaferdi evet. Fırtına Vadisinde hidroelektrik santral yok. Benim program
öncesinde bahsettiğim biraz daha duygusal bir şeydi aslında. Bugün aslında
Fırtına Vadisi örnek bir direniştir, semboldür, herkes de bundan örnek
çıkarmalıdır. Ama Fırtına Vadisinin yukarısında Ayder Yaylası var -yaylalar da
bizim için çok önemli; şimdi oralarla alakalı başka düzenlemeler falan
geliyor-
J.K.: Bir yol
çalışması var değil mi? Yayla Otoyolu...
E.D.: Evet, yayla
otoyolu... Daha henüz gündeme getirmediler...
J.K.: Çılgın
Projelerden birisi gene...
E.D.: Evet, bizim
de bir projemiz var; direnme projesi, inatla, çılgınca direneceğiz biz de.
Ayder Yaylasında yedi sekiz katlı beton binalar
var, oteller var; o da insanın yüreğini acıtıyor. Bu benim için tabii özel bir
durumdu. Onun dışında Muhsin hocamın dediklerine birkaç ekleme yapmak lazım
burada... Sanırım çok da önemli bu ekleme; seçimlerin de aslında önemi ya da
önemsizliği ortaya çıkacak burada. Bugün mevcut iktidar gittiğinde ya da başka
bir iktidar geldiğinde bu projelerin devam etmeyeceğini düşünenler varsa
yanılıyorlar. Çünkü ne yazık ki zaten şirketler bu ülkeyi yönetiyorlar.
Şirketlerin borusu ötüyor. O yüzden bizim dile getirdiğimiz antikapitalist
yaşam savunusunu iyi görmek lazım.
J.K.: Zaten bu
H.E.S. projelerinin birçokları şirketlere ait...
E.D.: Bir çok
değil, tamamı! Çok değişen bir şey yok zaten, devlet eliyle yapılsa da değişen
bir şey olmaz bizim için.
M.K.Ş.: Ona ilişkin
hukuksal olarak da bir örnek çok net... Biz, Yaşam Yolculuğu’muz sırasında
yürütmeyi durdurma ararına rağmen devam eden H.E.S. çalımalarının protestosu
için şirket önlerine gittiğimizde, haklı bir nedenle gittiğimizde yasadışı
eylem yaptığımız gerekçesiyle jandarmayla göğüs göğüse kalmak durumunda kaldık
ve gözaltına alınıp soruşturulan bizler olduk. Yargı kararına rağmen...
E.D.: Gözaltı
olmadı da...
M.K.Ş.: Takip
edilen, pardon... Yargı kararına rağmen haklı çabayı manipüle edebilmenin
yöntemleri çok doğrudan uygulanabiliyor. Onun için söylüyoruz; mücadele x
partisine ya da y partisine karşı değil, mücadele bir zihniyete karşı. Başka
bir algının oluşabilmesini açığa çıkartma mücadelesi.
J.K.: Sormak
istiyorum; bahsetmek istiyordunuz. Yalnız eylemler değil, Karadeniz İsyanda’nın
yaptığı ve Kadıköy’de gerçekleşecek bir etkinlikten bahsediyordunuz...
E.D.: Evet, biz
genel olarak bu antikapitalist söylemi ortaya koyarken tabii ki hidroelektrik
santrali yapan bir şrketten de destek almamalıyız. Başka şeyler geliştirmeliyiz;
kısaca fon dediğimiz olaya topyekün karşı çıkmalıyız dedik. Evet buradan
açıklıyor, kendimizi deşifre ediyoruz; biz fonlanıyoruz, geçen sene
fonlandık(!) Şubat ayında bir dayanışma konseri düzenledik. O dayanışma
konserinin paralarıyla fonlandık biz. Herkes geldi ve dayanıştık. Karadeniz’den
yirmiden fazla sanatçı katıldı. Yirmiden fazla Karadenizli sanatçının orada
sahneye çıkması Karadenizin topyekün ve yan yana isyanda olduğunun en büyük
göstergesi. O zamanki sloganımız: Kültürüüz de şarkılarımız da yok edilecek,
idi. Bunun üzerine kurmuştuk geçen seneki konsepti ve o dayanışma gecesinib
katkılarıyla, bir sene boynca eylemleri, başka grupların; dayanıştığımız yerel
grupların davaları gibi giderleri halletmeye çalıştık. Şimdi 5 Haziran Pazar günü
Göztepe Özgürlük Parkı’nda, ‘’horon direniştir’’ temalı, yaşamlarımız ve
isyanlarımız kardeştir, Munzur Karadeniz’e, Hasankeyf Akdeniz’e akar; bütün
nehirler bizimdir, bu isyan hepimizindir, diyerek Marsis, Bajar, Luksus -Marsis
bir Karadeniz rock grubu, Bajar bir Kürtçe rock müzik grubu ve Luksus da bir
Balkan grubu- ve ayrıca Bayar Şahin, Ayşenur Kolivar, Aydoğan Tpal ve İsyan
Korosu -bizim bünyeizde kurulmuş bir koro İsyan Korosu- katılımıyla, saat
16:00’da, ikincisni düzenlediğimiz dayanışma konserimiz olacak. Hep beraber
olacağız ve gelen insanların katkılarıyla, istekleriyle önümüzdeki süreçte
eylemlerimize devam edeceğiz.
J.K.: Bir sene daha
götürebilmeyi umut ediyorsunuz belki de böylelikle... Bir süre daha en azından.
E.D.: Çok önemli
değil. Yoksa da yok yani, paraya fazla ihtiyacımız da yok gerçekte.
J.K.: Yaşam
Yolculuğu’ndan bahsettiniz az evvel...
O çok önemli bir şey bence, çok da güzel bir şey; eylemin kendisi zaten
o. Bahsettim ya, ben burada bir iki eyleminize rastladım sizlerin; zaten birisi
Çernobil’in yıldönümüydü, çok normaldi orada bir eylem olması, eylemin orada
olması... ama şehir içindeki eylemler daha çok doğrudan hedefe yönelik eylemler
şeklinde gelişiyor diyorsunuz siz de fakat o yörede yapılan eylemler çok daha
önemli, biraz da belki isanları bilinçlendirmeye ihtiyaç var mı orada,
bilmiyorum? Onlarla birlikte olmak eylemleri çok önemli; bu da gene öyle bir
yelem ve yakında da gerçekleşecek sanıyorum?
M.K.Ş.: Bu bir
etkinlik denilebilecek bir şey eylemden daha çok. Oradaki insanları
bilinçlendirmeye ihtiyaç yok; gittiğinizde bunu çok net gördük. Oradan
öğrenmeye ihtiyacımız var ve öğreten bir süreç oldu geçen yılki Yaşam
Yolculuğumuz. Bu seneki Yaşam Yolculuğu’muzu da Eren bize anlatsın bir yarım
dakika içerisinde bence...
E.D.: Geçen sene
Yaşam Yolculuğu’muz Hopa’dan başladı Amasra’ya kadar bütün Karadeniz şeridini
baz aldı ve orada insanlarla buşuştuk. Bu sene de, henüz daha netleşmedi ama 8
Temmuz’da bir Yaşam Yolculuğu planlıyoruz. Ayrıntıları da gene
karadenizisyanda.org ya da Facebook’taki Karadeniz İsyanda hayran sayfasından
takip edebilirler arkadaşlar... Herkese açık bir yolculuktur. Burada bizim
yaptığımız, vadileri, şehirleri, köyleri... sadece turistik gezi değil; o
insanlarla yan yana gelebilmek, o insanların dertlerini dinleyebilmek, eğer o
gün orada bir Çevre Etki Değerlendirme Ç.E.T. toplantısı yapılıyorsa bunu hep
beraber basmak, eğer bir kadın şantiyeye taş atacaksa beraber atmak, bir
şeyleri beraber yapabilme derdiyle gidiyoruz. Orayı görmemiş arkadaşlarımızın
orasını görmesi açısından, oradaki direnişi görmesi açısından gidiyoruz ve çok
faydalı olduğunu düşündüğümüz bir...
J.K.: 8 Temmuz’da
diye düşünülüyor ve insanlar bunu takip edebilirler, değil mi? Facebook ve...
E.D.: Zaten
toplantı çağrısı yapacağız ve hep beraber toplantı yapacağız. Hep beraber
gideceğiz, hep beraber yapacağız. Bunun toplantılarının duyurularını da açık
bir şekilde yapacağız internet üzerinden; herkes katılabilir.
J.K.: Peki. Çok
teşekkür ederim katıldığınız için programa.
E.D. M.K.Ş.: Biz
teşekkür ederiz.
E.D.: 5 Haziran’da
sizleri de bekliyoruz...
J.K.: İyi akşamlar
diliyorum herkese.