Yer6 Hafıza Projesi'ne Destek Vermek İçin...

Posta Çeki Hesabımız: 8830591 PTT Beyoğlu Şubesi

3 Kasım 2011 Perşembe

29 Nisan Yer6 Hafıza 94.9 Açık Radyo - Açık Dergi







Yer6 Hafıza
29 Nisan 2011
Janset Karavin
Zeynep Rojda Güvenç
Mehmet Aksoy

Janset Karavin: Herkese iyi akşamlar, ben Janset Karavin.

Zeynep Rojda Güvenç: Ben, Zeynep Rojda Güvenç

J.K: Bugün programımıza telefon bağlantısıyla Mehmet Aksoy katılacak.

Z.R.G: Heykeltıraş Mehmet Aksoy.

J.K: Hatta hattımızda şu an kendisi. Alo?

Mehmet Aksoy: Efendim?

J.K: Merhabalar Mehmet Aksoy, nasılsınız?

M.A: Merhabalar, iyidir teşekkürler.

Z.R.G: Nasılsınız, diye sormak aslında biraz manidar olacak, çünkü üzgün ve yorgun olduğunuzu tahmin ediyoruz. İnsanlık Anıtının, insanlık ayıbına dönüşmesinden bahsedeceğiz bugün. Heykelin son durumu nedir, nerede kaldı?

M.A: Her gün bir parçasını götürüyorlar. Bugün omuz kısmından bir parça almışlar, yarın  öteki tarafa geçecekler, işte bu şekilde yirmi, yirmi beş parça halinde götürecekler… Bu Şahmeranın eti gibi oldu ya; Şahmeranın eti hastalanan padişaha iyi gelecekmiş, onun için işte Şahmeranı tutmuşlar böyle parçalara ayırmışlar, sonra çorbasını yapıp padişaha içirmişler ve padişah iyileşmiş. İşte böyle, seçimlerde heykelin üzerinden oy kazanıp iyileşmeye çalışıyorlar…

Z.R.G: Zaten bütün bu süreç Belediye Başkanının değişikliği ile başladı öyle değil mi?

M.A: Evet, işte o vezir dedi ki, bu heykeli yıkarsak siz oy kazanırsınız. İşte bu iş, tam bu Şahmeran hikâyesine döndü. O vezir, hikâyede ölüyor çünkü iksiri içiyor ve zehirleniyor. Padişah kurtuluyor ama vezir gidiyor, göreceğiz ileriki zamanlarda; bu neyi gösterecek.

Z.R.G: Peki, hukuksal süreciniz ne durumda?

M.A: Danıştay’a başvurduk…

Z.R.G: Bir de Cumhurbaşkanı’na mektup yazdığınızı biliyorum.

M.A: O, sessiz kalıp bu katliamı seyretti.

Z.R.G: Kültür Bakanı aynı şekilde…

M.A: Evet, o da: “Üzülüyorum, bu güzel bir manzara değil diyor,” sanki dışarıdan bakıyor, hâlbuki kendisi Kültür Bakanı, bu işin içinde.

Z.R.G: Yazınızda da çok güzel ifade etmişsiniz; boş bakanlar diye, çok muhteşem bir yazıydı, okuduğumuzda çok duygulandık. Aynı zamanda siz dünya çapında bir sanatçısınız ve Türkiye’deki bu sessizliğe rağmen dünyadan da çok tepki geldiğini biliyoruz.

M.A: Evet, dünyadan bayağı bir tepki geliyor; Almanya, İngiltere, Fransa… İşte her yerden…

Z.R.G: Fakat bu bile yıkıma engel olamadı değil mi?

M.A: Yıkıma engel olamadık ve bu gerçekten çok kötü bir şey ama yapacak bir şey yok. Türkiye’de bu konuya duyarlı bir kamuoyu yok. İsmi duyulmuş sanatçıların hiç birisinden cevap gelmedi.

Z.R.G: Biz geçen hafta Kars’a geldiğimizde de gözlemledik aynı şeyi; birçok okuldan otobüs gelmesini beklerdik, daha çok sanatçı görmek isterdik. Belli başlı isimler hariç ki, onlar da zaten müzik ve sinema sanatçılarıydılar; benim dikkatimi çekti bu. Belirtmek isterim; üzüldüm.

J.K: Geneli öyleydi, yine vardı canım Mehmet Güleryüz falan yanındaydı.

Z.R.G: Hayır, ama ben yine de Mimar Sinan’dan, Marmara’dan, Yıldız Teknik’ten, bir sürü yerden otobüs gelmesini beklerdim açıkçası. O desteği göremedim yani.

M.A: Evet, onu göremedik. Sanat öğrencileri, heykeltıraşlar, ressam çocuklar bayağı bir destek verdiler sağ olsunlar. Yirmi saat geldiler, yirmi saat geri gittiler…

Z.R.G: Bir de tabi sizin Türk heykeline kattığınız bir ivme var öyle değil mi?

M.A: Vallahi onu bilemiyorum…

Z.R.G: Peki, şey hakkında ne düşünüyorsunuz heykel birçok dönemde şiddete maruz kalan bir sanat dalı öyle değil mi? Rejimler değiştiğinde heykeller yıkılabiliyor ya da iktidar başındakiler beğenmiyorlar ve bir şekilde kaldırtabiliyor veya sürülebiliyor. Sizin de var sanırım değil mi sürülmüş heykelleriniz?

M.A: Evet evet.

Z.R.G: Heykel sanatının böyle bir handikapı var galiba?

M.A: Çünkü bir takım geri düşünceliler tarafından put gibi görülüyor. Bir de iktidar değişikliğinde rejimler yıktıkları rejimin heykellerini de yıkarlar. Şimdi bizde böyle bir şey yok, yani benim heykelim Stalin, Saddam ya da Mübarek’in heykeline benzemiyor. Burada savaş karşıtı bir anıt yıkılıyor. Heykelin iktidarın görüşüne karşı olduğunu düşünüyorlar ya da dine karşı gibi görüyorlar maalesef. Bu, çok üzücü bir şey ve beni olmadığım bir yere koyuyorlar. Yani ben insanların inancına son derece saygılıyım, onlara ne hakaret ederim ne de kötü bir söz söylerim. Annem evinde beş vakit namaz kılıyor, o zaman onu da kötü görmem lazım. O insan onunla mutludur, saygı duyarım, başka bir şey yapmam. Ama … lara baştakiler kullanıyorlar, insanlara göz kırpıp, yani geleceğe, şovenist bir kamuoyuna göz kırpıp onların…

Z.R.G: Hatta Vandalist.

M.A: …oylarını almaya çalışıyorlar heykelin üzerinden. Bu çok acı bir şey tabi ki.

J.K: Yanılmıyorsam daha evvel başka heykelleriniz için de böyle bir sorun yaşamıştınız, değil mi?

M.A: Evet, olmuştu. Mesela 1975’te İşçi ve Çocuğu heykeli Antalya’da bir gece gericiler tarafından yerle bir edildi, ben tekrar yaptım onu, sonra 12 Eylül’de kaldırıldı…

Z.R.G: Ki o heykelde bir baba ve bir çocuk vardı, değil mi?

M.A: Çocuğunu korumaya çalışan, onun geleceğine sahip çıkmaya çalışan bir baba. Çok normal bir şey, yani her babanın yaptığı şey aslında ama o heykel bile politize edildi. Yani inanamazsınız, buna rağmen 12 Eylül zorbalıkları o heykeli yıkamadı, bir direniş oldu Antalya’da ve heykel kurtuldu.

J.K: O heykel yıkılmadı yani, değil mi?

M.A: Evet, o heykel şu anda Antalya’da parkta onurlu bir şekilde duruyor. Melih Gökçek’in Periler Ülkesinde heykeli vardı kaldırıldı. işte … lik bir dava sonunda onu tekrar yerine koydurduk şu anda o da biraz harap bir vaziyette…

Z.R.G: Tam da onu söyleyecektim, o da işkence görmüş bir heykel.

M.A: Evet, işkence görmüş bir halde orada duruyor, onu inşallah önümüzdeki zamanlarda Melih Gökçek bittikten sonra düzelteceğim; tekrar eski güzelliğine kavuşacak.
 
 Z.R.G: Gerçi henüz çok yeni fakat İnsanlık Anıtı ile ilgili kafanızda yapmayı düşündüğünüz bir hareket var mı? Aynı temada başka bir heykel yapmak gibi belki?

M.A: Aynı temada bir heykel yapılabilir tabi ama kendisi, boyutu, mekânı farklı olur. Bu heykeli aslında ben gene Kars’a yakın bir yere Ardahan’a veya Sarıkamış’a oralarda bir yere koymak isterim, çünkü o mekâna ait bu heykel; böyle düşünüyorum. Ardahan’dan öyle bir teklif var, bakalım ne olacak. İlk önce şunu bir yıksınlar bakalım, iyice götürsünler…

Z.R.G: Kalan parçalar ne olacak peki?

M.A: Bir şey olmayacak yani…

Z.R.G: Çöp mü olacak?

M.A: Çöplüğe atıyorlar da işte belediyenin deposu diyorlar adına. Boş verin yani…

Z.R.G: Ki orada da çok sansasyon yarattılar, biliyorum. Size ödenen paranın miktarını abarttılar, ben birinci elden şahit olduğum için; o zaman öğrencinizdim çünkü. Şu anda yıkım için iki üç katı bir para harcandığını öğrendim ayrıca.

M.A: Doğru, iki katı para harcanıyor. Bana verilen para 120 bin Liraydı. Heykelin üzerinde üç sene çalıştık; on katlı bir apartman yüksekliğinde bir şey. Kullanılan betona o kadar para gider biliyorsunuz. Bu bir ideal için yapılmıştı gerçekten, savaş karşıtı, barış öneren bir anıttı yani insan olma yolunda ilerliyorsak… savaşların olmaması gerektiğini söyleyen bir anıttı. Kars halkına çok görüldü ve Kars halkı da gerektiği kadar sahip çıkmadı diye düşünüyorum. Bir dayanışma göstermek…

J.K: Yıkım için harcanılan miktar bildiğim kadarı ile 272 bin Lira; haberlerde öyle geçiyor.
Dolayısıyla iki katından biraz daha fazla.

M.A: Öyle tabii.

J.K: Hâlbuki bu miktardaki bir ödemeyi heykeli tamamlamanız için size vermiş olsalar doğal
olarak heykel çok daha iyi bir biçimde, hızla tamamlanır, öyle değil mi?

M.A: Tamamlanabilirdi ve o zaman da yarım bir heykel üzerinden konuşma ayıbını yaşamazdı Türkiye. Bitmemiş bir heykel üzerine iyi, kötü, çirkin, ucube gibi laflar edilmezdi. Ayrıca bu sanat kültürümüzün de olmadığını gösteriyor.

J.K: Zaten şu son dönem içinde benim görebildiğim kadarıyla, aslında herkes görüyor bunu, çünkü açıktan açığa yapılıyor; basılmamış kitaplar ve tamamlanmamış heykeller üzerine iktidarın bir sorunu var tuhaf bir biçimde. Bırakın ortaya konulmuş, sunulmuş olanları henüz ortaya konulmamış, tamamlanmamış sanat eserleriyle uğraşmaya başladılar.

Z.R.G: Üstelik nedense kişiler de sizin gibi aydın… Genco Erkal’la da uğraşıldığını biliyoruz. Aynı zamanda bu isimlerin de tesadüf olmadığını biliyoruz; bu daha da acı. Siz bu gidişat ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir de bir şey daha soracağım; son zamanlarda gözlemlediğim bir şey… Şehri öyle bir hale getirdiler ki, İstiklal Cadde’sine yakın zamanda geldiniz mi bilmiyorum… çok değerli hocanız Şadi Çalık’ın heykeli önüne bir Shoping Fest torbası, Coca Cola şişesi ve vitrinler konuldu bu yüzden heykel görünmüyor… görünmüyor ve şehri böyle kafalarına göre işte böyle bir kitch haline getirme… işte taksim meydanına bir piramit diktiler ledlerden, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

M.A: Bunların hepsi bir kültür. Para hegemonyası var ve paranın dediği oluyor aslında. Hep bir safsata yani aslında. Böyle bir derinlemesine bir kültür bir şehirde… şehir mobilyaları, sokak mobilyaları bunlar, heykeller mekanın cazibe alanı; buraya ne kadar yaklaşılabilir bu konularda hiçbir bilgimiz yok, duygumuz yok.

Z.R.G: Bu konuda da eğitim almış birisisiniz değil mi?

M.A: Evet. Tabii ki bu da çok üzüyor beni. Bu çirkin yapılaşma ve çirkinlikler. Ya şu son İstanbul Boğazı Projesini gördüm, yani bu…

Z.R.G: Çok çılgın gerçekten değil mi?

M.A: Ya, çılgın falan değil bu. Amatör bir şey bu, rezalet bir şey, yani onu görünce…

Z.R.G: Çılgınlık olarak tanımlanır ya bir taraftan da.

M.A: Korkuyorum gördüğüm zaman…bunu alan ya… o kadar kötü ellerdeki bu… ne mimar ne mühendis hiçbir şey değil bunu yapanlar. Daha mektepte ilk projeyi yapmış gibi… o animasyonlar, o … lar inanılmaz kötü…

Z.R.G: Profesyonellikten uzak, değil mi?

M.A: Hiç ilgisi yok. O köprüden ne gemi geçer, ne adam; hiç bir şey geçmez… Böyle bir şey için tabi ki yarışma açılması lazım. Dünyanın en iyi mühendislerinin, mimarlarının yapması lazım. Belki heykeltıraşların da buraya dokunması gerekir ve orada ilk önce büyük bir araştırma yapılması gerekir oradaki coğrafi konumla ilgili, böyle bir araştırma da olması lazım…

Z.R.G: Kesinlikle, İnsanlık anıtında da yapmıştınız bütün bunları değil mi?

M.A: Tabii ki, oradaki bitkisel aura… orada tabii ki bunları yaptım. Bir komisyondan, bir koruma kurulundan ve Çekül’den geçti ve de oradaki yerel yönetimin meclisinden geçti. Ben tüm bunları yaptım ve üç senede halka açıkladım, çünkü dağın başında, halkın önünde yaptık biz bunu. Öyle kolay bir şey değil, yani gizli saklı bir iş yapmış olmadık. O zaman da Akp yönetimdeydi, Belediye Başkanı da Akp’liydi. Onların zamanında yapıldı hiç bilmiyormuş gibi yapmasınlar. Siz o zaman da vardınız şimdi niye uyandınız, yani onu sormak gerekiyor.

J.K: Bu genel gidişat konusunda bir düşünceniz var mı? Yani bu nereye varacak? Açıkçası endişe ediyoruz biz genç sanatçılar olarak, diyelim sizin yanınızda müsaadenizle. Mehmet Aksoy ne düşünüyor bu konuda?

M.A: Bu gidişat falan değil. Demokrasinin tekerleri patlamış, arkasından kıvılcımlar çıkararak yokuş aşağı gidiyor. Demokrasi ve hukuk adına çok kötü bir görüntü var ve buna 12 Haziranda bir dur denir umuyorum, yoksa daha kötüye gider. Buna gerek yok. Demokrasi kendi ayarında gitsin, sanata, fikir özgürlüklerine bu kadar sert müdahaleler olmasın… Yani insanların kafalarındaki şiiri yasaklayacaklar; böyle bir şey yok. Kimse bunu yasaklayamaz, bu zamana kadar da kimse yasaklayamamış bu…

Z.R.G: Evet, yoksa değil mi nasıl Nazım Hikmet’ler olurdu ya da nasıl Mehmet Aksoy’lar olurdu, öyle değil mi?

M.A: Bu böyle olmaz…

Z.R.G: Nereye kadar yasaklanabilir diye de bir şey var?

M.A: Yasaklanamaz. Sen insanın beynine kilit vurabiliyor musun? Özgür iradeye kilit vurulur mu?

J.K: Çok basitçe düşünceyi yasaklamaya çalışıyorlar.

M.A: Onu demek istiyorum. Hem sözde özgürüz, özgür düşünce falan filan bizim hayallerimiz, var diyor bilmem ne... Ya, ben o konuşmaya şahit oldum da… Neydi? İstanbul Boğazı, ikinci boğaz, neydi?

J.K: Çılgın Proje.

M.A: İşte, onu dinlerken böyle Fatih’in hayalinden, bilmem kimin hayalinden bahsediyor. Aslında tam tersine, o insanların hayallerini çalıyor. Yani bak, bu ta Osmanlı’dan bu zamana gelen bir proje; o kendi projesi gibi anlatıyor. Küçüklüğe bakın. Ecevit’in sunduğu bir proje. Kartal yumurtasının altına tavuk yumurtası koyup kartal çıkacağını sanıyor; böyle bir şey olmaz. Gene tavuktur o, hiç merak etmeyin. Yoksa yok, ben ne yapayım? Allah vergisi bu işler! bakın böyledir, yetenek böyle bir şeydir; bazılarında vardır, bazılarında yoktur. Onun için beni de kıskanmasın. Bana da Allah vermiş heykel duygusu, yapıyorum yani. Herkesin nasibine bir şeyler düşüyor işte.

J.K: Birazdan kapatacağız programı ama son olarak size şunu sormak istiyorum. Gerçi çok taze henüz İnsanlık Anıtı ile ilgili başınızdan geçen olaylar… Yakında yapmayı düşündüğünüz başka bir heykel ya da başka projeler var mı bahsetmek isteyeceğiniz?

Z.R.G: Sergi ya da?

M.A: Görürsünüz, yakında görürsünüz; çok güzel projeler çıkacak. Yakında herkes şaşıracak.

Z.R.G: Eminiz. Çok mu çılgın?

M.A: Çok çılgın ve gerçekleşmiş bir çılgınlık.

Z.R.G: Çok sevindik, çok mutlu olduk. Katıldığınız için çok teşekkürler.

J.K: Çok teşekkürler.

M.A: Allah’a ısmarladık.

Z.R.G: Evet, Mehmet Aksoy’la dertleştik.

J.K: Güzel de bir görüşme oldu bence ve umarım dilediğince ifade edebilmiştir düşüncelerini.
Ben doğrusu Mehmet Aksoy’un çılgın projesini merak ediyorum, Tayyip Bey’den ziyade. O zaman kapatalım programı, bunun üzerine söylenecek çok fazla şey yok, yani birinci ağızdan zaten bütün düşüncelerini almış olduk böylece aşağı yukarı yirmi beş dakika gibi bir süreyle. Geriye susmak kalır herhalde. Herkese iyi akşamlar.