Yer6 Hafıza
29 Nisan 2011
Janset Karavin
Zeynep Rojda Güvenç
Mehmet Aksoy
Janset Karavin:
Herkese iyi akşamlar, ben Janset Karavin.
Zeynep Rojda
Güvenç: Ben, Zeynep Rojda Güvenç
J.K: Bugün
programımıza telefon bağlantısıyla Mehmet Aksoy katılacak.
Z.R.G: Heykeltıraş
Mehmet Aksoy.
J.K: Hatta
hattımızda şu an kendisi. Alo?
Mehmet Aksoy:
Efendim?
J.K: Merhabalar
Mehmet Aksoy, nasılsınız?
M.A: Merhabalar,
iyidir teşekkürler.
Z.R.G: Nasılsınız,
diye sormak aslında biraz manidar olacak, çünkü üzgün ve yorgun olduğunuzu
tahmin ediyoruz. İnsanlık Anıtının, insanlık ayıbına dönüşmesinden bahsedeceğiz
bugün. Heykelin son durumu nedir, nerede kaldı?
M.A: Her gün bir
parçasını götürüyorlar. Bugün omuz kısmından bir parça almışlar, yarın öteki tarafa geçecekler, işte bu
şekilde yirmi, yirmi beş parça halinde götürecekler… Bu Şahmeranın eti gibi
oldu ya; Şahmeranın eti hastalanan padişaha iyi gelecekmiş, onun için işte
Şahmeranı tutmuşlar böyle parçalara ayırmışlar, sonra çorbasını yapıp padişaha
içirmişler ve padişah iyileşmiş. İşte böyle, seçimlerde heykelin üzerinden oy
kazanıp iyileşmeye çalışıyorlar…
Z.R.G: Zaten bütün
bu süreç Belediye Başkanının değişikliği ile başladı öyle değil mi?
M.A: Evet, işte o
vezir dedi ki, bu heykeli yıkarsak siz oy kazanırsınız. İşte bu iş, tam bu
Şahmeran hikâyesine döndü. O vezir, hikâyede ölüyor çünkü iksiri içiyor ve
zehirleniyor. Padişah kurtuluyor ama vezir gidiyor, göreceğiz ileriki
zamanlarda; bu neyi gösterecek.
Z.R.G: Peki,
hukuksal süreciniz ne durumda?
M.A: Danıştay’a
başvurduk…
Z.R.G: Bir de
Cumhurbaşkanı’na mektup yazdığınızı biliyorum.
M.A: O, sessiz
kalıp bu katliamı seyretti.
Z.R.G: Kültür
Bakanı aynı şekilde…
M.A: Evet, o da:
“Üzülüyorum, bu güzel bir manzara değil diyor,” sanki dışarıdan bakıyor, hâlbuki
kendisi Kültür Bakanı, bu işin içinde.
Z.R.G: Yazınızda da
çok güzel ifade etmişsiniz; boş bakanlar diye, çok muhteşem bir yazıydı,
okuduğumuzda çok duygulandık. Aynı zamanda siz dünya çapında bir sanatçısınız
ve Türkiye’deki bu sessizliğe rağmen dünyadan da çok tepki geldiğini biliyoruz.
M.A: Evet, dünyadan
bayağı bir tepki geliyor; Almanya, İngiltere, Fransa… İşte her yerden…
Z.R.G: Fakat bu
bile yıkıma engel olamadı değil mi?
M.A: Yıkıma engel
olamadık ve bu gerçekten çok kötü bir şey ama yapacak bir şey yok. Türkiye’de
bu konuya duyarlı bir kamuoyu yok. İsmi duyulmuş sanatçıların hiç birisinden
cevap gelmedi.
Z.R.G: Biz geçen
hafta Kars’a geldiğimizde de gözlemledik aynı şeyi; birçok okuldan otobüs
gelmesini beklerdik, daha çok sanatçı görmek isterdik. Belli başlı isimler
hariç ki, onlar da zaten müzik ve sinema sanatçılarıydılar; benim dikkatimi
çekti bu. Belirtmek isterim; üzüldüm.
J.K: Geneli
öyleydi, yine vardı canım Mehmet Güleryüz falan yanındaydı.
Z.R.G: Hayır, ama
ben yine de Mimar Sinan’dan, Marmara’dan, Yıldız Teknik’ten, bir sürü yerden
otobüs gelmesini beklerdim açıkçası. O desteği göremedim yani.
M.A: Evet, onu
göremedik. Sanat öğrencileri, heykeltıraşlar, ressam çocuklar bayağı bir destek
verdiler sağ olsunlar. Yirmi saat geldiler, yirmi saat geri gittiler…
Z.R.G: Bir de tabi
sizin Türk heykeline kattığınız bir ivme var öyle değil mi?
M.A: Vallahi onu
bilemiyorum…
Z.R.G: Peki, şey
hakkında ne düşünüyorsunuz heykel birçok dönemde şiddete maruz kalan bir sanat
dalı öyle değil mi? Rejimler değiştiğinde heykeller yıkılabiliyor ya da iktidar
başındakiler beğenmiyorlar ve bir şekilde kaldırtabiliyor veya sürülebiliyor.
Sizin de var sanırım değil mi sürülmüş heykelleriniz?
M.A: Evet evet.
Z.R.G: Heykel
sanatının böyle bir handikapı var galiba?
M.A: Çünkü bir
takım geri düşünceliler tarafından put gibi görülüyor. Bir de iktidar
değişikliğinde rejimler yıktıkları rejimin heykellerini de yıkarlar. Şimdi
bizde böyle bir şey yok, yani benim heykelim Stalin, Saddam ya da Mübarek’in
heykeline benzemiyor. Burada savaş karşıtı bir anıt yıkılıyor. Heykelin
iktidarın görüşüne karşı olduğunu düşünüyorlar ya da dine karşı gibi görüyorlar
maalesef. Bu, çok üzücü bir şey ve beni olmadığım bir yere koyuyorlar. Yani ben
insanların inancına son derece saygılıyım, onlara ne hakaret ederim ne de kötü
bir söz söylerim. Annem evinde beş vakit namaz kılıyor, o zaman onu da kötü
görmem lazım. O insan onunla mutludur, saygı duyarım, başka bir şey yapmam. Ama
… lara baştakiler kullanıyorlar, insanlara göz kırpıp, yani geleceğe, şovenist
bir kamuoyuna göz kırpıp onların…
Z.R.G: Hatta
Vandalist.
M.A: …oylarını
almaya çalışıyorlar heykelin üzerinden. Bu çok acı bir şey tabi ki.
J.K: Yanılmıyorsam
daha evvel başka heykelleriniz için de böyle bir sorun yaşamıştınız, değil mi?
M.A: Evet, olmuştu.
Mesela 1975’te İşçi ve Çocuğu heykeli Antalya’da bir gece gericiler tarafından
yerle bir edildi, ben tekrar yaptım onu, sonra 12 Eylül’de kaldırıldı…
Z.R.G: Ki o
heykelde bir baba ve bir çocuk vardı, değil mi?
M.A: Çocuğunu
korumaya çalışan, onun geleceğine sahip çıkmaya çalışan bir baba. Çok normal
bir şey, yani her babanın yaptığı şey aslında ama o heykel bile politize
edildi. Yani inanamazsınız, buna rağmen 12 Eylül zorbalıkları o heykeli
yıkamadı, bir direniş oldu Antalya’da ve heykel kurtuldu.
J.K: O heykel
yıkılmadı yani, değil mi?
M.A: Evet, o heykel
şu anda Antalya’da parkta onurlu bir şekilde duruyor. Melih Gökçek’in Periler
Ülkesinde heykeli vardı kaldırıldı. işte … lik bir dava sonunda onu tekrar
yerine koydurduk şu anda o da biraz harap bir vaziyette…
Z.R.G: Tam da onu
söyleyecektim, o da işkence görmüş bir heykel.
M.A: Evet, işkence
görmüş bir halde orada duruyor, onu inşallah önümüzdeki zamanlarda Melih Gökçek
bittikten sonra düzelteceğim; tekrar eski güzelliğine kavuşacak.
Z.R.G: Gerçi henüz çok yeni fakat
İnsanlık Anıtı ile ilgili kafanızda yapmayı düşündüğünüz bir hareket var mı?
Aynı temada başka bir heykel yapmak gibi belki?
M.A: Aynı temada
bir heykel yapılabilir tabi ama kendisi, boyutu, mekânı farklı olur. Bu heykeli
aslında ben gene Kars’a yakın bir yere Ardahan’a veya Sarıkamış’a oralarda bir
yere koymak isterim, çünkü o mekâna ait bu heykel; böyle düşünüyorum.
Ardahan’dan öyle bir teklif var, bakalım ne olacak. İlk önce şunu bir yıksınlar
bakalım, iyice götürsünler…
Z.R.G: Kalan
parçalar ne olacak peki?
M.A: Bir şey
olmayacak yani…
Z.R.G: Çöp mü
olacak?
M.A: Çöplüğe
atıyorlar da işte belediyenin deposu diyorlar adına. Boş verin yani…
Z.R.G: Ki orada da
çok sansasyon yarattılar, biliyorum. Size ödenen paranın miktarını abarttılar,
ben birinci elden şahit olduğum için; o zaman öğrencinizdim çünkü. Şu anda
yıkım için iki üç katı bir para harcandığını öğrendim ayrıca.
M.A: Doğru, iki
katı para harcanıyor. Bana verilen para 120 bin Liraydı. Heykelin üzerinde üç
sene çalıştık; on katlı bir apartman yüksekliğinde bir şey. Kullanılan betona o
kadar para gider biliyorsunuz. Bu bir ideal için yapılmıştı gerçekten, savaş
karşıtı, barış öneren bir anıttı yani insan olma yolunda ilerliyorsak… savaşların
olmaması gerektiğini söyleyen bir anıttı. Kars halkına çok görüldü ve Kars
halkı da gerektiği kadar sahip çıkmadı diye düşünüyorum. Bir dayanışma
göstermek…
J.K: Yıkım için
harcanılan miktar bildiğim kadarı ile 272 bin Lira; haberlerde öyle geçiyor.
Dolayısıyla iki
katından biraz daha fazla.
M.A: Öyle tabii.
J.K: Hâlbuki bu
miktardaki bir ödemeyi heykeli tamamlamanız için size vermiş olsalar doğal
olarak heykel çok
daha iyi bir biçimde, hızla tamamlanır, öyle değil mi?
M.A:
Tamamlanabilirdi ve o zaman da yarım bir heykel üzerinden konuşma ayıbını
yaşamazdı Türkiye. Bitmemiş bir heykel üzerine iyi, kötü, çirkin, ucube gibi
laflar edilmezdi. Ayrıca bu sanat kültürümüzün de olmadığını gösteriyor.
J.K: Zaten şu son
dönem içinde benim görebildiğim kadarıyla, aslında herkes görüyor bunu, çünkü
açıktan açığa yapılıyor; basılmamış kitaplar ve tamamlanmamış heykeller üzerine
iktidarın bir sorunu var tuhaf bir biçimde. Bırakın ortaya konulmuş, sunulmuş
olanları henüz ortaya konulmamış, tamamlanmamış sanat eserleriyle uğraşmaya
başladılar.
Z.R.G: Üstelik
nedense kişiler de sizin gibi aydın… Genco Erkal’la da uğraşıldığını biliyoruz.
Aynı zamanda bu isimlerin de tesadüf olmadığını biliyoruz; bu daha da acı. Siz
bu gidişat ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir de bir şey daha soracağım; son
zamanlarda gözlemlediğim bir şey… Şehri öyle bir hale getirdiler ki, İstiklal
Cadde’sine yakın zamanda geldiniz mi bilmiyorum… çok değerli hocanız Şadi
Çalık’ın heykeli önüne bir Shoping Fest torbası, Coca Cola şişesi ve vitrinler
konuldu bu yüzden heykel görünmüyor… görünmüyor ve şehri böyle kafalarına göre
işte böyle bir kitch haline getirme… işte taksim meydanına bir piramit diktiler
ledlerden, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
M.A: Bunların hepsi
bir kültür. Para hegemonyası var ve paranın dediği oluyor aslında. Hep bir
safsata yani aslında. Böyle bir derinlemesine bir kültür bir şehirde… şehir
mobilyaları, sokak mobilyaları bunlar, heykeller mekanın cazibe alanı; buraya
ne kadar yaklaşılabilir bu konularda hiçbir bilgimiz yok, duygumuz yok.
Z.R.G: Bu konuda da
eğitim almış birisisiniz değil mi?
M.A: Evet. Tabii ki
bu da çok üzüyor beni. Bu çirkin yapılaşma ve çirkinlikler. Ya şu son İstanbul
Boğazı Projesini gördüm, yani bu…
Z.R.G: Çok çılgın
gerçekten değil mi?
M.A: Ya, çılgın
falan değil bu. Amatör bir şey bu, rezalet bir şey, yani onu görünce…
Z.R.G: Çılgınlık
olarak tanımlanır ya bir taraftan da.
M.A: Korkuyorum
gördüğüm zaman…bunu alan ya… o kadar kötü ellerdeki bu… ne mimar ne mühendis
hiçbir şey değil bunu yapanlar. Daha mektepte ilk projeyi yapmış gibi… o
animasyonlar, o … lar inanılmaz kötü…
Z.R.G:
Profesyonellikten uzak, değil mi?
M.A: Hiç ilgisi
yok. O köprüden ne gemi geçer, ne adam; hiç bir şey geçmez… Böyle bir şey için
tabi ki yarışma açılması lazım. Dünyanın en iyi mühendislerinin, mimarlarının
yapması lazım. Belki heykeltıraşların da buraya dokunması gerekir ve orada ilk
önce büyük bir araştırma yapılması gerekir oradaki coğrafi konumla ilgili,
böyle bir araştırma da olması lazım…
Z.R.G: Kesinlikle,
İnsanlık anıtında da yapmıştınız bütün bunları değil mi?
M.A: Tabii ki,
oradaki bitkisel aura… orada tabii ki bunları yaptım. Bir komisyondan, bir
koruma kurulundan ve Çekül’den geçti ve de oradaki yerel yönetimin meclisinden
geçti. Ben tüm bunları yaptım ve üç senede halka açıkladım, çünkü dağın
başında, halkın önünde yaptık biz bunu. Öyle kolay bir şey değil, yani gizli
saklı bir iş yapmış olmadık. O zaman da Akp yönetimdeydi, Belediye Başkanı da
Akp’liydi. Onların zamanında yapıldı hiç bilmiyormuş gibi yapmasınlar. Siz o
zaman da vardınız şimdi niye uyandınız, yani onu sormak gerekiyor.
J.K: Bu genel
gidişat konusunda bir düşünceniz var mı? Yani bu nereye varacak? Açıkçası
endişe ediyoruz biz genç sanatçılar olarak, diyelim sizin yanınızda
müsaadenizle. Mehmet Aksoy ne düşünüyor bu konuda?
M.A: Bu gidişat
falan değil. Demokrasinin tekerleri patlamış, arkasından kıvılcımlar çıkararak
yokuş aşağı gidiyor. Demokrasi ve hukuk adına çok kötü bir görüntü var ve buna
12 Haziranda bir dur denir umuyorum, yoksa daha kötüye gider. Buna gerek yok.
Demokrasi kendi ayarında gitsin, sanata, fikir özgürlüklerine bu kadar sert
müdahaleler olmasın… Yani insanların kafalarındaki şiiri yasaklayacaklar; böyle
bir şey yok. Kimse bunu yasaklayamaz, bu zamana kadar da kimse yasaklayamamış
bu…
Z.R.G: Evet, yoksa
değil mi nasıl Nazım Hikmet’ler olurdu ya da nasıl Mehmet Aksoy’lar olurdu,
öyle değil mi?
M.A: Bu böyle
olmaz…
Z.R.G: Nereye kadar
yasaklanabilir diye de bir şey var?
M.A: Yasaklanamaz.
Sen insanın beynine kilit vurabiliyor musun? Özgür iradeye kilit vurulur mu?
J.K: Çok basitçe
düşünceyi yasaklamaya çalışıyorlar.
M.A: Onu demek
istiyorum. Hem sözde özgürüz, özgür düşünce falan filan bizim hayallerimiz, var
diyor bilmem ne... Ya, ben o konuşmaya şahit oldum da… Neydi? İstanbul Boğazı,
ikinci boğaz, neydi?
J.K: Çılgın Proje.
M.A: İşte, onu
dinlerken böyle Fatih’in hayalinden, bilmem kimin hayalinden bahsediyor.
Aslında tam tersine, o insanların hayallerini çalıyor. Yani bak, bu ta
Osmanlı’dan bu zamana gelen bir proje; o kendi projesi gibi anlatıyor.
Küçüklüğe bakın. Ecevit’in sunduğu bir proje. Kartal yumurtasının altına tavuk
yumurtası koyup kartal çıkacağını sanıyor; böyle bir şey olmaz. Gene tavuktur
o, hiç merak etmeyin. Yoksa yok, ben ne yapayım? Allah vergisi bu işler! bakın
böyledir, yetenek böyle bir şeydir; bazılarında vardır, bazılarında yoktur.
Onun için beni de kıskanmasın. Bana da Allah vermiş heykel duygusu, yapıyorum
yani. Herkesin nasibine bir şeyler düşüyor işte.
J.K: Birazdan
kapatacağız programı ama son olarak size şunu sormak istiyorum. Gerçi çok taze
henüz İnsanlık Anıtı ile ilgili başınızdan geçen olaylar… Yakında yapmayı
düşündüğünüz başka bir heykel ya da başka projeler var mı bahsetmek
isteyeceğiniz?
Z.R.G: Sergi ya da?
M.A: Görürsünüz,
yakında görürsünüz; çok güzel projeler çıkacak. Yakında herkes şaşıracak.
Z.R.G: Eminiz. Çok
mu çılgın?
M.A: Çok çılgın ve
gerçekleşmiş bir çılgınlık.
Z.R.G: Çok
sevindik, çok mutlu olduk. Katıldığınız için çok teşekkürler.
J.K: Çok
teşekkürler.
M.A: Allah’a
ısmarladık.
Z.R.G: Evet, Mehmet
Aksoy’la dertleştik.
J.K: Güzel de bir
görüşme oldu bence ve umarım dilediğince ifade edebilmiştir düşüncelerini.
Ben doğrusu Mehmet
Aksoy’un çılgın projesini merak ediyorum, Tayyip Bey’den ziyade. O zaman
kapatalım programı, bunun üzerine söylenecek çok fazla şey yok, yani birinci
ağızdan zaten bütün düşüncelerini almış olduk böylece aşağı yukarı yirmi beş
dakika gibi bir süreyle. Geriye susmak kalır herhalde. Herkese iyi akşamlar.