Yer6 Hafıza Projesi'ne Destek Vermek İçin...

Posta Çeki Hesabımız: 8830591 PTT Beyoğlu Şubesi

23 Eylül 2011 Cuma

15 Nisan Yer6 Hafıza 94.9 Açık Radyo - Açık Dergi




Yer6 Hafıza
Rafet Arslan
Fırat Arapoğulları
Janset Karavin
Zeynep Rojda Güvenç

Janset Karavin: Herkese iyi akşamlar, ben Janset Karavin.

Zeynep Rojda Güvenç: İyi akşamlar Yer6 Hafıza’dan, Zeynep Rojda Güvenç.

J.K: Bugün yanımızda Rafet Arslan ve Fırat Arapoğlulları var. Merhaba, hoş geldiniz.

Fırat Arapoğlulları: Merhaba, hoş bulduk.

Rafet Arslan: Merhaba, hoş bulduk.

J.K: Neden bahsedeceğiz diye soranlara söyleyelim hemen; Yıkım 2011’den bahsedeceğiz en başta. Proje çok yaklaştı değil mi Rafet?

R.A: 12 Mayıs perşembe günü açılış olacak, bir aydan az kaldığını söyleyebiliriz.

J.K: Hazırlıklar nasıl gidiyor peki?

R.A: Yoğun gidiyor diyebilirim.

J.K: Çünkü biz de sergi mekânında görüşmüştük ve sen elinde spatula duvar kazımaya devam eder vaziyetteydin...

Z.R.G: İnşaat halindeydi.

R.A: Yavaş yavaş zaten artık inşaat halinden çıkmış durumdayız. Tabii altı kat ve tamamen harabe bir yerde böyle bir şeye kalkışınca bayağı bir emekçiliği, işçiliği de oldu projenin.

Z.R.G: Peki, en başa gelelim. Neden ve nasıl gelişti bu Yıkım 2011 ve kavramsal yeni bir sergi modelimidir ya da otonom hareket, çünkü ben senin yazını okudum ve sadece sergi demek biraz haksızlık edecekmiş gibi geldi. Bir harekete dönüşmüş durumda mı şimdiden?

R.A: Şöyle bahsedebilirim. Bizim kendi aramızda ilk yaptığımız sergi değil, daha önce de Toplum Düşmanı, Bu Bir Sitüasyonist Sergi Değildir ya da Sürrealist Eylem Türkiye Kolektifinin öncülüğünü ya da emekçiliğini yaptığı bütün sergiler bir kavramdan çıktı zaten. Bu sergi de doğal olarak bir kavramdan çıktı bahsettiğim o diğer sergiler ve burada bahsetmediğim diğer birçok çalışmada hepside aynı zamanda tek başına sergi değildi. Çeşitli birbirini besleyen yan etkinliklerdi de bir nevi kelimenin Deluze’cü anlamıyla yan yana eklemlenerek giden bir faaliyet, bunun da bir taçlanma noktası olarak sergiyi görmeliyiz. Yani sergi önemsiz değil, çok önemli işin taç noktası ama hiçbir zaman da sadece bir sergi yapalım demedik. Nette bir ada olarak, siber uzayda kendi bağımsız var oluşuyla ‘destruction2011.com’ diye bir sitemiz var ya da katalog faaliyetini hazırlıyoruz, sergi katalogu da başlı başına bir iş olacak, metinler ona göre üretiliyor ki, katalog yazarı Fırat Arapoğulu da şu an yanımızda.

Z.R.G: Ve sponsorsuz girişilen bir hareket aynı zamanda…

R.A: Ben şöyle diyebilirim; bizim hiç büyük sponsorumuz yok ama gönül destekçilerimiz, katkısı olan birçok insan var; zaten bu çapta bir projenin altından kalkamazdık. Belki şey işte  holding sponsorlarına karşı insanların gönülleriyle verdiği destekler ve kobiler diyebiliriz.

J.K: İnsanlara onu da söyleyelim istersen, yanılmıyorsam özellikle bunun üzerine çalışma 7-8 aydır devam ediyor fiilen değil mi?

R.A: Biz, Eylül 2010’da kavram olarak tartışmaya başladık.

J.K: Mekân bakmaya başladınız sonra da?

R.A: Tabii, o sürecin hemen arkasından, yani ekim başında mekân bakmaya başladık sonra mekân netleşti. Bu arada sanatçılarla sürekli kavram, sergi, yapılacak işler üzerine diyaloglar oldu. İzmir’de, İstanbul’da ön hazırlık, performans geceleri yapıldı. Sokaklara yazılar yazıldı ‘stickerlar’ yapıştırıldı. Böyle devam ediyoruz.

Z.R.G: Sergi mekânından da biraz bahsedelim istiyorum ben, çünkü 4-5 yıldır alt kültüre hitap eden bir yerken şimdi böyle bir yeme-içme, eğlence yeri olmaya doğru gidiyor. Orada bir bina yani, o bölgenin bir şekilde içi boşaltılmaya çalışılıyor. Tam da bu noktada orada olması, serginin içeriği ile mekânın buluşmasını ben ayrıca çok anlamlı buluyorum. Bu konuda ne diyeceksin?

R.A: Genel olarak kentsel dönüşümü kibarlaştırma üzerinden de düşünülebilir bence. Fırat’ın konuyla ilgili fikirlerini merak ediyorum.

F.A: Öncelikle Yıkım 2011 Projesi’nde yer almam Rafet ve Alper tarafından teklif edildiğinde özellikle keyifliydi çünkü Zeynep’in de sorusuyla bağlantılı olarak aslında sentrifikasyon projelerinin ilk ayağı her zaman sanattan başlar. Bu çok net gördüğümüz bir şey. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok; bu açıdan bakıldığında Tophane bölgesinin adım adım sentrifiye edilmesi: Çukurcuma öyle keza, birçok ünlü ismin aslında yatırım yaptığı yerler. Hatta saklanmıyor da zaten, ‘political correctless’ yani gayet açık yapıyorlar. Ondan dolayı bunu görebiliyorsunuz işte Çukurcuma, Tophane o aks üzerinden Galata, Tomtom Mahallesi keza, bunların hepsi bir şekilde…

Z.R.G: Doğan Apartmanı aksı.

F.A: Tabii nereye? Tüm yollar Beyoğlu’na bağlanacak şekilde burada bir alan yaratıp işte sanatı da Nişantaşı’ndaki o kurumundan çekip biraz da Beyoğlu aksı üzerinde değerlendirmek. Bir de bunun yanına avm de açınca her şey belli bir oranda devam ediyor. Rafet’lerin projesine baktığımızda, Yıkım 2011 Projesi biraz güncel sanat alanından okuduğumuzda aslında bir önceki projelerden biri de Yaygara Grubu’nun Ankara Germodern’de açtığı sergiydi; onların da baktığımızda Doğa Cennetse Kent Cehennemdir. Bu, Baudrillard üzerinden yaptıkları bir okumayla, bu açıdan da görüldüğünde güncel sanatta kent, kent yaşamı sentrifikasyon uzun zamandır ele alınan projelerden biri hatta bazı sanatçılar sırf bu konu üzerinden çalışan isimler. Bu konu üzerinden çalışan isimlerden Fatih Pınar geliyor ilk başta aklıma ya da Sanat Limanı’nda Arzu ve bir partnerinin ABD’de yaşayan iki sanatçının değil mi? Onların Türkiye’de yaptıkları, mahalle neresiydi hatırlayamadım şimdi ama… Bu noktada bakıldığında 60 kadar sanatçının ya da sürrealist grubun katıldığı bu etkinliği ben biraz daha farklı konumlandırmayı düşünüyorum. Birincisi geçici olmaları; bu proje arkasında sadece bir anı bırakacak. Rafet’in, Alper’in çağrı metni… Rafet senin metnindi yanlış hatırlamıyorsam, bu beraber yazdığınız metin. Binaların da birer hafızasının olması ve insanın hem mekânı dönüştürürken, mekânın da bedeni dönüştürmesi… Bu, Spinoza’ya kadar geri gider ama tabii günümüz felsefesi üzerinden düşündüğümüzde, Derrida okumaları, Faucoult’nun tamamıyla mekânın beden üzerindeki baskısı ya da hegemonyası ki … okuması da burada dahil edilebilir ama en nihayetinde bu sergi ile ilgili tüm yollar Deleuze mi çıkıyor bilmiyorum? Yatay örgütlenmeler aslında. Leibniz’in o monolojileri gibi herhangi bir hiyerarşinin olmaması ki, Rafet ve Alper bunu becerebiliyorlar gördüğüm kadarıyla. Ben, bu nokta üzerinden okuduğumda Yıkım 2011’in çok katmanlı bir okuma yaratacağını düşünüyorum güncel sanat alanıyla ilgili, içinde yer aldığım bir proje olduğu için söylemiyorum ama bir yandan hem katalog metni yazarları Emre Zeytinoğlu, ben destek vermeye çalışacağım işte Rafet’in metni olacak ama bir yandan sanatçı isimlerine de baktığımda; altmış sanatçıyı saymak çok zor ama sürrealist…

Z.R.G: Ki burada deneyimli, deneyimsiz insanlar bir araya geliyor; bu da aslında Türkiye’nin sanat çevresinin çok alışık olmadığı bir durum.

F.A: Kesinlikle, buradan çok güzel bir spekülasyon da çıkar aslında. Güncel Sanat’taki teorisyenler ve yazarlarla konuştuğunuzda aslında bazı işleri şey görmeye başlıyorlar: ‘Ya tamam konu güzel ama işçilik iyi değil,’ peki tamam da güncel sanatın çıkış argümanı neydi zaten? Malzemenin arzu edildiği gibi kullanılması ama bazen bir soru sorduğunda şu cevabı alabiliyorsun: ‘Ya, bu videonun montajı kötü, işçiliği kötü.’ Hani zaten siz özgürlük yolunda yola çıkıyorsunuz. Yani o kişi periferiden bir şey üretmiş olabilir ve ona katılabilir ama bu sefer de almıyorsunuz gibi çok ters bir durum var. Ama bu katılımcı listesine baktığımızda işte bu sürrealist guruplar, işte Burçak Konukman, Fulya Çetin, Horasan, İrfan Önürmen gibi, hem deneyimli isimler bir yandan Rat gibi grafitti ve duvar resmi üzerinden yürüyecek olan isimler yani sanat algısı olarak baktığımda. Bir kere Yıkım 2011’in en azından şu ana kadar gösterdiği durum, disiplinlerarası çok disiplinli ve çok yönlü bir bakış açısı, çok perspektifli diyebilirim; bu da Yıkım’ın aslında kendi ortaya çıkış argümanıyla özdeşleşiyor. Bir sanat eleştirmeni olarak hep şunu derim ben, bir konseptin yüzde 80’ini sanatçıların işleri dolduruyorsa o sergi başarılıdır. Bu açıdan baktığımda, umut ediyorum demeyeceğim gerçekten eminim; Yıkım 2011, 2011 yılının…

Z.R.G: Bir damar açıyor değil mi?

F.A: Tabii, yeni bir okuma. Özellikle az önce konuştuğumuz konuda hoşuma gitti. Klasik sergi çok fazla, çok rastlaşıyoruz bu konulara. Bir konuyu sadece duvarlara asıp kapatmak, nokta koymak. Bu değil aslında yani Yıkım 2011 bir damar, bir argüman açarsa; öyle olacak zaten Rafet’in projeleri genelde böyle.

Z.R.G: Ve hep bir küratörün olması değil mi, ne düşünüyorsun? Ben özellikle merak ediyorum senin ne düşündüğünü. Tam da şimdi Bienal var, bir hareket de var aynı zamanda…

F.A: Bunun son deneyimlerinden birini, hani böyle küratörsüz bir konsept üzerinden hareket etme noktasında; İnsan Hakları sergisiydi: ‘Ateşin Düştüğü Yer.’ Herhangi bir küratör olmadı, çalışma grubu oluşturuldu; 16 kişilik çalışma grubunun içindeydim ben de, ondan dolayı yakından da gözlemleme şansım oldu. Böyle bir proje yine sponsorsuz; hatta İnsan Hakları Vakfı’nın çok daha fazla olanağı varken aslında bu konuda, onlar da bilerek bu yoldan hareket ederek sponsorsuz; Rafet’lerin de çıkış noktası aynıydı, yoksa arandığında ya da teklifler geldiğinde bulunuyor projeler netice de, küratörsüz böyle bir oluşumun olması, işte o yatay örgütlenmeye çok daha uygun. Böylece herhangi bir baskı altında kalmadan sözünü daha açık söyleyebilmek, daha rahat hareket edebilmek noktasında çok önemli. Söyleyebileceğim bu kadar şimdilik.

Z.R.G: Bir de canlı forumlar olacak diye duydum senin daha önceki bir röportajında, ondan da biraz bahsedebilir misin?

R.A: İki tane forum düzenlemesi var, biri 14 Mayıs‘ta olacak, serginin katılımında belki 80 sonrası ilk defa Türkiye’de varoluşundan sonra, uluslararası sürrealist harekete dair böyle bir canlı toplaşma olacak. Bazı post modern yorumcular şöyle der işte: ‘Avangard bitti artık, Dadalar yok, Sürrealizm yok. Başka bir şey var ama dünyanın her yerinde de sürrealist gruplar, Neo-sitüasyonist gruplar, Dadacı gruplar hatta Letist gruplar var. İtalya’dan katılımcı Bontekülart grup Dada’nın yıkıcı felsefesi üzerinden hâlâ çalışmalar yürüten bir grup mesela, bunun yanında Arjantin’den, Londra’dan, İsviçre’den ve Portekiz’den sürrealist gruplar da sergiye iş üretiyorlar, artı bunlarda bire bir ülkemizi ziyaret edecek olan isimler var. Bu kavramları tartışmak için 14 Mayıs günü yaşayan Sürrealizm’i, Avangard’ı deşecek bir forum düzenleyeceğiz. Bir hafta sonrasında da serginin kendisini tartışmak, değerlendirmek, bir bağlama oturtmak için Yıkım Tartışılıyor diye bir forum yapacağız, o forumda yine Fırat olacak, Emre Uca olacak ve iki sergi katılımcısı sanatçı; birisi daha deneyimli: Murat Kermen, biri de genç ama aktif sanatçılardan Burçak Konukman olacak. Sonuçta dediğimiz gibi sergiyi yapıp işleri asmakla kalacak bir şey değil biz bir posta sergisi veya karma sergisi yapmıyoruz, oturulup bu kavramlar ne kadar tartışılırsa bizi o kadar tatmin edecek. Şeyden bahsetmek istiyorum belki o gün, o tartışmanın da konularından biri. Yıkım olgusu bizim gündelik hayatımızda yaşadığımız artık reddedilemeyen bir kavram. Fırat demin bahsetti. Eyvallah politik doğruculuk diye bir şey var, bir şeyler söyleniyor ama tüm gerçekliklerde esasında bir taraftan nesnelleştiriliyor. Sanki çok güzel bir dünyadayız, hava var, güneş var, su var her şey lay lay lom yani yeni bir ‘cesur dünya’ toplumu gibi yaşıyoruz işte. Daha fazla haz, daha fazla tüketim, her şey yolunda gidiyor.

J.K: Bir çeşit fantastik kurguya doğru gidiyor zaten. O, sistemin dayattığı bir şey zannediyorum, insanların içinde bulundukları durumu fark etmemeleri için, aslında iyiye değil kötüye gittiğini. Bir şekilde süsleyerek, sürekli onları başka şeylere yönelterek yaptığı bir şey sistemin.

R.A: Bu manada zaten politikanın da dağıldığı sistem içi işte, Baudrillard’nin de dediği şekilde, muhalefetin bile sistemin bir unsuru haline geldiği yerde, sanatın eylemci gücü bence çok daha önemli. 21. yüzyılın dünyasında eyleme geçebilen, performe olabilen sanat, aktif politikadan daha dönüştürücü bile olabilir çünkü ‘yıkım’ dediğimiz şey çoktan başladı, belki bitti bile. Biz, sadece şu an yıkıntılardan ne yapabileceğimiz tartışıyoruz.

J.K: Sen sergi diye tanımlama durumuna karşı çıktığın sırada, şöyle diyecektim aslında; bu, aslında bir çeşit eylem çünkü hâlâ nefes alıp veren bir şey yapıyorsun çünkü bina ile konsept o kadar iyi oturuyor ki binanın geçmişiyle, o binada yaşanmışlarla, hafızasıyla bu bir çeşit sergi değil de bir çeşit eylem aslında. Bana öyle gibi geliyor. Bu eylem elbet nihayet bulacak, bir tarihte yapılacak ve bitecek ama bir eylem, bir serginin yapılıp bitirilmesi gibi bir durum söz konusu değil. Nihayetinde bu eylem, bir başka hareket doğuracaktır mutlaka diyordum ki sen zaten bu eylemin değerlendirilmesiyle ilgili bir panelden, forumdan bahsediyorsun. Herhalde arkasını getirecek değil mi?

R.A: Bu forum bir parçası ama kurduğumuz internet sitesi de sergi açılmadan nasıl aktifse sergi boyunca hatta sergi kapandıktan sonrasında da hem bu hafıza kaydını tutmaya hem de bu tartışmayı alevlendirmeye devam edecek. Benim kişisel fikrim şu; yani 68’de kaldırım taşlarının altında kumsal var diyorlardı, şimdi kumsalı arayacağımız yer yıkıntı binaların altıdır. Kaldırım taşları altında değil de, bina yıkıntıları altında bir kumsal bulabiliriz, bunun içinde o beyaz küp dediğimiz şeyin sterilliğinden sanatı çıkarmamız gerekiyor ve biz ne kadar ‘distortion’ olsak, ne kadar pikselli olsak, ne kadar dilin kemiğini kırsak gerçekle temas etme şansımız bir o kadar fazla. Böylece, senin bahsettiğin o yabancılaşmaya, o sahtelik komedisine de küçük delikler açarak, küçük ama zaman içinde büyüyecek otonom kara lekeler açarak, ilerleme şansımız olur diye düşünüyorum.

J.K: Birileri o deliklere gözlerini dayarlarsa belki önlerini açmış olabilirler.

R.A: Gökkuşağını görebilirler.

J.K: Söylemek istediğiniz başka bir şey var mı bu projeyle ilgili ya da başka bir şeyler varsa son sözlerinizi alalım hiç olmazsa, çünkü programı kapatacağız biraz sonra.

F.A: Ben teşekkür ederim sadece bununla ilgili olarak az önceki tartışmaya binaen söyleyeceğim. Evet, … felsefesini bu noktada çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Simülasyon kuramını tartışmak kolay, ama atm’den her ayın 15’inde maaşınızı çekiyorsanız çok kolay. Onun için simülasyon konusu, ben de bu konuda bunu söyleyebileceğim. Yıkım Projesinin hedeflediği noktaya ulaşacağını umuyorum. Ben teşekkür ederim, bununla ilgili fırsat verdiğiniz için.

J.K: Rafet senin var mı?

R.A: Ben yine Fırat’la paslaşarak ilerleyeyim, Fırat da şeyden bahsetti, yani sonuçta biz profesyonel devrimcilik yapmıyoruz. Sanat eylemi yapıyoruz. Göçebe olmaya çalışıyoruz, ne kadar göçebeyiz. Yıkım’ın temel başlıklarından birsi de esasında kişisel yıkım kavramıydı. Sistemin bize dayattığı benliklerle savaşmak ve geleceğe dair yeni yollar, yeni geçitler, korsan işaretleri aramak. Bir anda belki dönüşecek bir şey değil ama işte Fırat’ın kalemiyle yaptığı şey, Yıkım binasındaki sanatçıların yaptığı işlerle açılan gedikler uzun vaade için en azından umudun hâlâ yaşadığıyla ilgili … olabilir. Artık çünkü şunu biliyoruz çünkü bir gün, sabah kalkınca bir devrim olamayacak ama gündelik hayatta dönüştürebilirsek, müdahale edebilirsek, küçük devrimleri yan yana getirip özgürlük alanları açabilirsek geleceğe dair bir umuttan bahsedebiliriz.

Z.R.G: Teşekkür ederiz bu hareketi başlattığın için sana ayrıca.

R.A: Ben teşekkür ederim, bizleri konuk ettiğiniz için.

J.K: Rica ederiz.

Z.R.G: İyi akşamlar.

J.K: İyi akşamlar herkese.