Yer6 Hafıza
Rafet Arslan
Fırat Arapoğulları
Janset Karavin
Zeynep Rojda Güvenç
Janset Karavin:
Herkese iyi akşamlar, ben Janset Karavin.
Zeynep Rojda
Güvenç: İyi akşamlar Yer6 Hafıza’dan, Zeynep Rojda Güvenç.
J.K: Bugün
yanımızda Rafet Arslan ve Fırat Arapoğlulları var. Merhaba, hoş geldiniz.
Fırat
Arapoğlulları: Merhaba, hoş bulduk.
Rafet Arslan:
Merhaba, hoş bulduk.
J.K: Neden
bahsedeceğiz diye soranlara söyleyelim hemen; Yıkım 2011’den bahsedeceğiz en
başta. Proje çok yaklaştı değil mi Rafet?
R.A: 12 Mayıs
perşembe günü açılış olacak, bir aydan az kaldığını söyleyebiliriz.
J.K: Hazırlıklar
nasıl gidiyor peki?
R.A: Yoğun gidiyor
diyebilirim.
J.K: Çünkü biz de sergi
mekânında görüşmüştük ve sen elinde spatula duvar kazımaya devam eder
vaziyetteydin...
Z.R.G: İnşaat
halindeydi.
R.A: Yavaş yavaş
zaten artık inşaat halinden çıkmış durumdayız. Tabii altı kat ve tamamen harabe
bir yerde böyle bir şeye kalkışınca bayağı bir emekçiliği, işçiliği de oldu
projenin.
Z.R.G: Peki, en
başa gelelim. Neden ve nasıl gelişti bu Yıkım 2011 ve kavramsal yeni bir sergi
modelimidir ya da otonom hareket, çünkü ben senin yazını okudum ve sadece sergi
demek biraz haksızlık edecekmiş gibi geldi. Bir harekete dönüşmüş durumda mı
şimdiden?
R.A: Şöyle
bahsedebilirim. Bizim kendi aramızda ilk yaptığımız sergi değil, daha önce de Toplum
Düşmanı, Bu Bir Sitüasyonist Sergi Değildir ya da Sürrealist Eylem Türkiye Kolektifinin
öncülüğünü ya da emekçiliğini yaptığı bütün sergiler bir kavramdan çıktı zaten.
Bu sergi de doğal olarak bir kavramdan çıktı bahsettiğim o diğer sergiler ve
burada bahsetmediğim diğer birçok çalışmada hepside aynı zamanda tek başına
sergi değildi. Çeşitli birbirini besleyen yan etkinliklerdi de bir nevi
kelimenin Deluze’cü anlamıyla yan yana eklemlenerek giden bir faaliyet, bunun da
bir taçlanma noktası olarak sergiyi görmeliyiz. Yani sergi önemsiz değil, çok
önemli işin taç noktası ama hiçbir zaman da sadece bir sergi yapalım demedik. Nette
bir ada olarak, siber uzayda kendi bağımsız var oluşuyla ‘destruction2011.com’
diye bir sitemiz var ya da katalog faaliyetini hazırlıyoruz, sergi katalogu da
başlı başına bir iş olacak, metinler ona göre üretiliyor ki, katalog yazarı
Fırat Arapoğulu da şu an yanımızda.
Z.R.G: Ve
sponsorsuz girişilen bir hareket aynı zamanda…
R.A: Ben şöyle
diyebilirim; bizim hiç büyük sponsorumuz yok ama gönül destekçilerimiz, katkısı
olan birçok insan var; zaten bu çapta bir projenin altından kalkamazdık. Belki
şey işte holding sponsorlarına
karşı insanların gönülleriyle verdiği destekler ve kobiler diyebiliriz.
J.K: İnsanlara onu
da söyleyelim istersen, yanılmıyorsam özellikle bunun üzerine çalışma 7-8 aydır
devam ediyor fiilen değil mi?
R.A: Biz, Eylül
2010’da kavram olarak tartışmaya başladık.
J.K: Mekân bakmaya
başladınız sonra da?
R.A: Tabii, o
sürecin hemen arkasından, yani ekim başında mekân bakmaya başladık sonra mekân
netleşti. Bu arada sanatçılarla sürekli kavram, sergi, yapılacak işler üzerine
diyaloglar oldu. İzmir’de, İstanbul’da ön hazırlık, performans geceleri yapıldı.
Sokaklara yazılar yazıldı ‘stickerlar’ yapıştırıldı. Böyle devam ediyoruz.
Z.R.G: Sergi mekânından
da biraz bahsedelim istiyorum ben, çünkü 4-5 yıldır alt kültüre hitap eden bir
yerken şimdi böyle bir yeme-içme, eğlence yeri olmaya doğru gidiyor. Orada bir
bina yani, o bölgenin bir şekilde içi boşaltılmaya çalışılıyor. Tam da bu noktada
orada olması, serginin içeriği ile mekânın buluşmasını ben ayrıca çok anlamlı
buluyorum. Bu konuda ne diyeceksin?
R.A: Genel olarak
kentsel dönüşümü kibarlaştırma üzerinden de düşünülebilir bence. Fırat’ın
konuyla ilgili fikirlerini merak ediyorum.
F.A: Öncelikle
Yıkım 2011 Projesi’nde yer almam Rafet ve Alper tarafından teklif edildiğinde
özellikle keyifliydi çünkü Zeynep’in de sorusuyla bağlantılı olarak aslında sentrifikasyon
projelerinin ilk ayağı her zaman sanattan başlar. Bu çok net gördüğümüz bir
şey. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok; bu açıdan bakıldığında Tophane
bölgesinin adım adım sentrifiye edilmesi: Çukurcuma öyle keza, birçok ünlü
ismin aslında yatırım yaptığı yerler. Hatta saklanmıyor da zaten, ‘political
correctless’ yani gayet açık yapıyorlar. Ondan dolayı bunu görebiliyorsunuz
işte Çukurcuma, Tophane o aks üzerinden Galata, Tomtom Mahallesi keza, bunların
hepsi bir şekilde…
Z.R.G: Doğan Apartmanı
aksı.
F.A: Tabii nereye? Tüm
yollar Beyoğlu’na bağlanacak şekilde burada bir alan yaratıp işte sanatı da
Nişantaşı’ndaki o kurumundan çekip biraz da Beyoğlu aksı üzerinde
değerlendirmek. Bir de bunun yanına avm de açınca her şey belli bir oranda
devam ediyor. Rafet’lerin projesine baktığımızda, Yıkım 2011 Projesi biraz
güncel sanat alanından okuduğumuzda aslında bir önceki projelerden biri de
Yaygara Grubu’nun Ankara Germodern’de açtığı sergiydi; onların da baktığımızda
Doğa Cennetse Kent Cehennemdir. Bu, Baudrillard üzerinden yaptıkları bir
okumayla, bu açıdan da görüldüğünde güncel sanatta kent, kent yaşamı sentrifikasyon
uzun zamandır ele alınan projelerden biri hatta bazı sanatçılar sırf bu konu
üzerinden çalışan isimler. Bu konu üzerinden çalışan isimlerden Fatih Pınar
geliyor ilk başta aklıma ya da Sanat Limanı’nda Arzu ve bir partnerinin ABD’de
yaşayan iki sanatçının değil mi? Onların Türkiye’de yaptıkları, mahalle neresiydi
hatırlayamadım şimdi ama… Bu noktada bakıldığında 60 kadar sanatçının ya da
sürrealist grubun katıldığı bu etkinliği ben biraz daha farklı konumlandırmayı
düşünüyorum. Birincisi geçici olmaları; bu proje arkasında sadece bir anı
bırakacak. Rafet’in, Alper’in çağrı metni… Rafet senin metnindi yanlış
hatırlamıyorsam, bu beraber yazdığınız metin. Binaların da birer hafızasının
olması ve insanın hem mekânı dönüştürürken, mekânın da bedeni dönüştürmesi… Bu,
Spinoza’ya kadar geri gider ama tabii günümüz felsefesi üzerinden
düşündüğümüzde, Derrida okumaları, Faucoult’nun tamamıyla mekânın beden
üzerindeki baskısı ya da hegemonyası ki … okuması da burada dahil edilebilir
ama en nihayetinde bu sergi ile ilgili tüm yollar Deleuze mi çıkıyor
bilmiyorum? Yatay örgütlenmeler aslında. Leibniz’in o monolojileri gibi
herhangi bir hiyerarşinin olmaması ki, Rafet ve Alper bunu becerebiliyorlar
gördüğüm kadarıyla. Ben, bu nokta üzerinden okuduğumda Yıkım 2011’in çok
katmanlı bir okuma yaratacağını düşünüyorum güncel sanat alanıyla ilgili,
içinde yer aldığım bir proje olduğu için söylemiyorum ama bir yandan hem
katalog metni yazarları Emre Zeytinoğlu, ben destek vermeye çalışacağım işte
Rafet’in metni olacak ama bir yandan sanatçı isimlerine de baktığımda; altmış
sanatçıyı saymak çok zor ama sürrealist…
Z.R.G: Ki burada
deneyimli, deneyimsiz insanlar bir araya geliyor; bu da aslında Türkiye’nin
sanat çevresinin çok alışık olmadığı bir durum.
F.A: Kesinlikle,
buradan çok güzel bir spekülasyon da çıkar aslında. Güncel Sanat’taki
teorisyenler ve yazarlarla konuştuğunuzda aslında bazı işleri şey görmeye başlıyorlar:
‘Ya tamam konu güzel ama işçilik iyi değil,’ peki tamam da güncel sanatın çıkış
argümanı neydi zaten? Malzemenin arzu edildiği gibi kullanılması ama bazen bir
soru sorduğunda şu cevabı alabiliyorsun: ‘Ya, bu videonun montajı kötü,
işçiliği kötü.’ Hani zaten siz özgürlük yolunda yola çıkıyorsunuz. Yani o kişi
periferiden bir şey üretmiş olabilir ve ona katılabilir ama bu sefer de
almıyorsunuz gibi çok ters bir durum var. Ama bu katılımcı listesine
baktığımızda işte bu sürrealist guruplar, işte Burçak Konukman, Fulya Çetin,
Horasan, İrfan Önürmen gibi, hem deneyimli isimler bir yandan Rat gibi grafitti
ve duvar resmi üzerinden yürüyecek olan isimler yani sanat algısı olarak
baktığımda. Bir kere Yıkım 2011’in en azından şu ana kadar gösterdiği durum,
disiplinlerarası çok disiplinli ve çok yönlü bir bakış açısı, çok perspektifli
diyebilirim; bu da Yıkım’ın aslında kendi ortaya çıkış argümanıyla
özdeşleşiyor. Bir sanat eleştirmeni olarak hep şunu derim ben, bir konseptin
yüzde 80’ini sanatçıların işleri dolduruyorsa o sergi başarılıdır. Bu açıdan
baktığımda, umut ediyorum demeyeceğim gerçekten eminim; Yıkım 2011, 2011
yılının…
Z.R.G: Bir damar
açıyor değil mi?
F.A: Tabii, yeni
bir okuma. Özellikle az önce konuştuğumuz konuda hoşuma gitti. Klasik sergi çok
fazla, çok rastlaşıyoruz bu konulara. Bir konuyu sadece duvarlara asıp
kapatmak, nokta koymak. Bu değil aslında yani Yıkım 2011 bir damar, bir argüman
açarsa; öyle olacak zaten Rafet’in projeleri genelde böyle.
Z.R.G: Ve hep bir küratörün
olması değil mi, ne düşünüyorsun? Ben özellikle merak ediyorum senin ne
düşündüğünü. Tam da şimdi Bienal var, bir hareket de var aynı zamanda…
F.A: Bunun son
deneyimlerinden birini, hani böyle küratörsüz bir konsept üzerinden hareket
etme noktasında; İnsan Hakları sergisiydi: ‘Ateşin Düştüğü Yer.’ Herhangi bir
küratör olmadı, çalışma grubu oluşturuldu; 16 kişilik çalışma grubunun
içindeydim ben de, ondan dolayı yakından da gözlemleme şansım oldu. Böyle bir
proje yine sponsorsuz; hatta İnsan Hakları Vakfı’nın çok daha fazla olanağı
varken aslında bu konuda, onlar da bilerek bu yoldan hareket ederek sponsorsuz;
Rafet’lerin de çıkış noktası aynıydı, yoksa arandığında ya da teklifler
geldiğinde bulunuyor projeler netice de, küratörsüz böyle bir oluşumun olması,
işte o yatay örgütlenmeye çok daha uygun. Böylece herhangi bir baskı altında
kalmadan sözünü daha açık söyleyebilmek, daha rahat hareket edebilmek noktasında
çok önemli. Söyleyebileceğim bu kadar şimdilik.
Z.R.G: Bir de canlı
forumlar olacak diye duydum senin daha önceki bir röportajında, ondan da biraz
bahsedebilir misin?
R.A: İki tane forum
düzenlemesi var, biri 14 Mayıs‘ta olacak, serginin katılımında belki 80 sonrası
ilk defa Türkiye’de varoluşundan sonra, uluslararası sürrealist harekete dair
böyle bir canlı toplaşma olacak. Bazı post modern yorumcular şöyle der işte: ‘Avangard
bitti artık, Dadalar yok, Sürrealizm yok. Başka bir şey var ama dünyanın her
yerinde de sürrealist gruplar, Neo-sitüasyonist gruplar, Dadacı gruplar hatta
Letist gruplar var. İtalya’dan katılımcı Bontekülart grup Dada’nın yıkıcı
felsefesi üzerinden hâlâ çalışmalar yürüten bir grup mesela, bunun yanında
Arjantin’den, Londra’dan, İsviçre’den ve Portekiz’den sürrealist gruplar da
sergiye iş üretiyorlar, artı bunlarda bire bir ülkemizi ziyaret edecek olan
isimler var. Bu kavramları tartışmak için 14 Mayıs günü yaşayan Sürrealizm’i,
Avangard’ı deşecek bir forum düzenleyeceğiz. Bir hafta sonrasında da serginin
kendisini tartışmak, değerlendirmek, bir bağlama oturtmak için Yıkım
Tartışılıyor diye bir forum yapacağız, o forumda yine Fırat olacak, Emre Uca
olacak ve iki sergi katılımcısı sanatçı; birisi daha deneyimli: Murat Kermen,
biri de genç ama aktif sanatçılardan Burçak Konukman olacak. Sonuçta dediğimiz
gibi sergiyi yapıp işleri asmakla kalacak bir şey değil biz bir posta sergisi
veya karma sergisi yapmıyoruz, oturulup bu kavramlar ne kadar tartışılırsa bizi
o kadar tatmin edecek. Şeyden bahsetmek istiyorum belki o gün, o tartışmanın da
konularından biri. Yıkım olgusu bizim gündelik hayatımızda yaşadığımız artık
reddedilemeyen bir kavram. Fırat demin bahsetti. Eyvallah politik doğruculuk
diye bir şey var, bir şeyler söyleniyor ama tüm gerçekliklerde esasında bir
taraftan nesnelleştiriliyor. Sanki çok güzel bir dünyadayız, hava var, güneş
var, su var her şey lay lay lom yani yeni bir ‘cesur dünya’ toplumu gibi
yaşıyoruz işte. Daha fazla haz, daha fazla tüketim, her şey yolunda gidiyor.
J.K: Bir çeşit
fantastik kurguya doğru gidiyor zaten. O, sistemin dayattığı bir şey zannediyorum,
insanların içinde bulundukları durumu fark etmemeleri için, aslında iyiye değil
kötüye gittiğini. Bir şekilde süsleyerek, sürekli onları başka şeylere yönelterek
yaptığı bir şey sistemin.
R.A: Bu manada
zaten politikanın da dağıldığı sistem içi işte, Baudrillard’nin de dediği
şekilde, muhalefetin bile sistemin bir unsuru haline geldiği yerde, sanatın
eylemci gücü bence çok daha önemli. 21. yüzyılın dünyasında eyleme geçebilen,
performe olabilen sanat, aktif politikadan daha dönüştürücü bile olabilir çünkü
‘yıkım’ dediğimiz şey çoktan başladı, belki bitti bile. Biz, sadece şu an
yıkıntılardan ne yapabileceğimiz tartışıyoruz.
J.K: Sen sergi diye
tanımlama durumuna karşı çıktığın sırada, şöyle diyecektim aslında; bu, aslında
bir çeşit eylem çünkü hâlâ nefes alıp veren bir şey yapıyorsun çünkü bina ile
konsept o kadar iyi oturuyor ki binanın geçmişiyle, o binada yaşanmışlarla,
hafızasıyla bu bir çeşit sergi değil de bir çeşit eylem aslında. Bana öyle gibi
geliyor. Bu eylem elbet nihayet bulacak, bir tarihte yapılacak ve bitecek ama
bir eylem, bir serginin yapılıp bitirilmesi gibi bir durum söz konusu değil.
Nihayetinde bu eylem, bir başka hareket doğuracaktır mutlaka diyordum ki sen
zaten bu eylemin değerlendirilmesiyle ilgili bir panelden, forumdan bahsediyorsun.
Herhalde arkasını getirecek değil mi?
R.A: Bu forum bir
parçası ama kurduğumuz internet sitesi de sergi açılmadan nasıl aktifse sergi
boyunca hatta sergi kapandıktan sonrasında da hem bu hafıza kaydını tutmaya hem
de bu tartışmayı alevlendirmeye devam edecek. Benim kişisel fikrim şu; yani
68’de kaldırım taşlarının altında kumsal var diyorlardı, şimdi kumsalı
arayacağımız yer yıkıntı binaların altıdır. Kaldırım taşları altında değil de,
bina yıkıntıları altında bir kumsal bulabiliriz, bunun içinde o beyaz küp
dediğimiz şeyin sterilliğinden sanatı çıkarmamız gerekiyor ve biz ne kadar ‘distortion’
olsak, ne kadar pikselli olsak, ne kadar dilin kemiğini kırsak gerçekle temas
etme şansımız bir o kadar fazla. Böylece, senin bahsettiğin o yabancılaşmaya, o
sahtelik komedisine de küçük delikler açarak, küçük ama zaman içinde büyüyecek
otonom kara lekeler açarak, ilerleme şansımız olur diye düşünüyorum.
J.K: Birileri o
deliklere gözlerini dayarlarsa belki önlerini açmış olabilirler.
R.A: Gökkuşağını
görebilirler.
J.K: Söylemek
istediğiniz başka bir şey var mı bu projeyle ilgili ya da başka bir şeyler
varsa son sözlerinizi alalım hiç olmazsa, çünkü programı kapatacağız biraz
sonra.
F.A: Ben teşekkür
ederim sadece bununla ilgili olarak az önceki tartışmaya binaen söyleyeceğim.
Evet, … felsefesini bu noktada çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Simülasyon
kuramını tartışmak kolay, ama atm’den her ayın 15’inde maaşınızı çekiyorsanız
çok kolay. Onun için simülasyon konusu, ben de bu konuda bunu söyleyebileceğim.
Yıkım Projesinin hedeflediği noktaya ulaşacağını umuyorum. Ben teşekkür ederim,
bununla ilgili fırsat verdiğiniz için.
J.K: Rafet senin
var mı?
R.A: Ben yine
Fırat’la paslaşarak ilerleyeyim, Fırat da şeyden bahsetti, yani sonuçta biz
profesyonel devrimcilik yapmıyoruz. Sanat eylemi yapıyoruz. Göçebe olmaya
çalışıyoruz, ne kadar göçebeyiz. Yıkım’ın temel başlıklarından birsi de esasında
kişisel yıkım kavramıydı. Sistemin bize dayattığı benliklerle savaşmak ve
geleceğe dair yeni yollar, yeni geçitler, korsan işaretleri aramak. Bir anda
belki dönüşecek bir şey değil ama işte Fırat’ın kalemiyle yaptığı şey, Yıkım
binasındaki sanatçıların yaptığı işlerle açılan gedikler uzun vaade için en
azından umudun hâlâ yaşadığıyla ilgili … olabilir. Artık çünkü şunu biliyoruz
çünkü bir gün, sabah kalkınca bir devrim olamayacak ama gündelik hayatta
dönüştürebilirsek, müdahale edebilirsek, küçük devrimleri yan yana getirip
özgürlük alanları açabilirsek geleceğe dair bir umuttan bahsedebiliriz.
Z.R.G: Teşekkür
ederiz bu hareketi başlattığın için sana ayrıca.
R.A: Ben teşekkür
ederim, bizleri konuk ettiğiniz için.
J.K: Rica ederiz.
Z.R.G: İyi
akşamlar.
J.K: İyi akşamlar
herkese.