Yer6 Hafıza Projesi'ne Destek Vermek İçin...

Posta Çeki Hesabımız: 8830591 PTT Beyoğlu Şubesi

21 Eylül 2011 Çarşamba

11 Şubat - 15 Temmuz Yer6 Hafıza 94.9 Açık Radyo - Açık Dergi


15 Temmuz 2011
Yer6 Hafıza
Konuk: Esat C. Başak
Kolektiften Katılımcılar: Barış Safran, Janset Karavin



Janset Karavin: Herkese iyi akşamlar, ben Janset Karavin. Bu akşam Barış Safran ve Esat Başak yanımızda...
Barış merhaba, hoş geldin. Esat selam!
...
Esat Başak; Mondo Trasho’nun mucidi! İlk fanzinlerden değil mi Mondo Trasho?

Esat C. Başak: Bildiğim kadarıyla fotokopi olarak çoğaltılan ilk fanzinlerden. Barış da bugün Tayfun’la konuşmuş, 85-86 falan bir şeyler diyorlar ama ben görmedim kendilerini. Vardır ama bir dergi formatına yakın bir biçimde sürekli olarak çıkmış başlangıç olarak Mondo Trasho ve Laneth; 1991 Mayıs. 

Barış Safran: Açıkçası ben de yaptığıma raştırmalarda daha önce hep ilk fanzinler olaral Laneth ve Mondo Trasho’ya rastladım...

E.C.B.: Aynen! Birbirimizden habersiz çıkmışız zaten.

Barış Safran: Bugün sadece öyle farklı bir bilgi aldık ama onu da doğrulayamadığımız için... 

E.C.B.: Ben de duydum; rock fanzinleri falan var ya da ite böyle şey harbiden fanzin olanlar var; bir konu hakkında falan yazanlar ya da müzik grubu hakkında ki elime geçmedi benim ve o zamanlar topluyordum da esasında, geliyordu bir şeyler. Gçrmedim ben. Vardır kesin, kuşkusuz...

B.S.: Ben şunu merak ediyoruma aslında, tabii biraz daha geniş kapsamlı sormak istiyorum aynı zamanda dinleyen herkes için; sene 1991, ilk defa böyle bir fanzin işine kalkışıyorsun, seni buna iten şey neydi, nereden böyle bir fikir aklına geldi? Yani o dönemdeki yaşantınla birlikte...

E.C.B.: Ben defter tutuyordum zaten uzun zamandan beri, hala da devam ediyorum. Günlük gibi değil de yani kolaj olarak topladığım şeyler. O zaman, 91’de de Naki dedi ki: ‘’Ya bunları fotokopi olarak çoğaltalım, dergi gibi yapalım, dağıtalım,’’ dedi, ‘’daha kolay olur,’’ dedi. Sonunda öyle bir Pazar günü Mondo Trasho çıktı; hiç öyle aklımızda bizim fanzin ya da ona benzer bir şey, betik falan filan öyle bir şey yoktu yani. Öyle kendiliğinden çıktı; o yüzden de kendiliğinden çıktığı için de çok uzun zaman devam etti diye düşünüyorum. 
Başka formatlarda da iş yaptım. Aslında fotokopinin dışına çıktık biz, evet. 

J.K.: O fotokopinin dışındaki formatlardan bahsetsene bize biraz; enteresan şeyler var çünkü...

E.C.B.: İsmini değiştirerek oynadıklarımız var; Mondo Trasho, Mondo Porno, Mondo Akinetono, Mondo Mandrago... Yani sonu öyle biten ama konusu da öyle olan. Mondo Mandrago Mandrake hakkında falan gibi. Mondo Porno malum bir şekilde pornografik bir sayı...
Onun dışında da bir iki tane faks sayısı var. Loop olarak yaptğım; iki metrelik falan. Onları looplayıp faksa koyuyordum böyle, yolluyordum; faks vardı herkeste de... Güzel oluyordu. 
Basılı olarak ama 300’den fazla basmadım ben yani fotokopi olarak. En az 300 basıyorduk. 

J.K.: Bir de şu şey var değil mi, fotoğraf baskısı olarak alınanlar; açıyorsun uçuyor?

E.C.B.: Fotoğraf kağıdına yapılanlar... Şaka gibi. Tab edilmemiş şeyler...

J.K.: Bir kerelik yani; açıyorsun ve sen okuyorsun ve bitti...

E.C.B.: Ya banyoya sokarsan onları fotoğrafçı mantığıyla kalıcı bir şey olur ama... Yoksa gider.

J.K.: Banyoya sokan olmamıştır tahmin ediyorum... 

E.C.B.: Kim onunla uğraşacak yani... Aa faksları da bu arada asınca uçuyor. Fakslar da uçuyor. Faksı yolladığım bir yer asmıştı, prestij olarak kapısına. Gece kulübü, şurada aşağıda bir yer... Night bir şey, Taksim Night Park ya da işte neyse... İki gün içerisinde tamamen kayboldu gitti çünkü şeydi, açık havada; güneş faksı yok eder.

B.S.: Burada o faks kağıdını kullanmanın sebebi... İmkansızlıklardan mı kaynaklanıyor yoksa orijinallik olsun diye mi?

E.C.B.: ‘Orijinallik olsunmuş,’ teşekkür ederim! Saçma sapan konuşma Barış, dövmem de var benim... Hayır, orijinallik değil de o sırada medya oydu elimdeki yani. Galeride çalıyordum, faks var; ne yapacaksın? Faksı kullanacaksın. Onun gibi bir şey; hani makasla kesiyorsun, pratik. 

B.S.: Bu hangi koşullarda ortaya çıktı diye sormamın sebebi de...

E.C.B.: Çok zor koşullarda(!) Çok sancılı bir süreçti(!)

B.S.: Fanzinlerle ilgili biraz araştırma yaptığımızda gördüğümüz bir şey; genelde fanzin hareketinin punk müzik akımıyla birlikte ilerlemesi gibi bir durum var.

E.C.B.: Sosyolojik yorumlar öyle. Slif and ...? falan çok popüler zamanlarında punkın  sözcüsü, gözcüsü bir şekilde kendi görsel, işitsel normlarını vermek için kullandıkları bir araçtı. Araçmış yani; o zaman da punkın üstüne kaldı iş. Bir de fanzin hızlı üretilmesi açısından punkın do it yoursekfine falan da uyuyor. Yani tak tak hemen kes yapıştır, kes yapıştır... Onlar bunu kendilerine yakın bulmuş, ona bakarsan herkes bir medya bulacaktır kendisine. 

B.S.: Bu kendin yap felsefesiyle de iyi örtüşüyor fanzin...

E.C.B.: İyi örtüşmüyor; o zaten! Örtüşmüyor, üzerine çıkıyor, önünde duruyor. 

B.S.: Nasıl ki müzik grupları büyük plak şirketlerine bağımlı kalmadan kendi olanaklarıyla müziklerini kaydedip ya da daha küçük, bağımsız plak şirketlerini tercih ediyorlarsa bu da egemen dergicilik sisteminin dışına çıkıp gene kendi olanaklarınla...

E.C.B.: Bu sosyolojik yorumu daha sonradan dinlediğim için anlıyorum ama ben katılmıyorum yani dürüstçe söyleyeyim; öyle bir amacım yoktu. Etrafımdaki arkadaşlarımın da yoktu. Daha sonra çıkan hikayeler bunlar. İnsanların konuyu yorumlamak için böyle kapitone noktası seçtiği şeyler kendilerine. Altyapı. Nepal’de punk grubu yoktu biz geçen sene gittiğimizde, hiç olmamış çünkü Nepal’in sosyal şartları punkı getirmemiş. Var mı böyle bir hikaye; var! Gerçekten yok punk. Bunun gibi bir şey bu. Burada da böyle olmuş. 

B.S.: Sosyolojik yorumlardan ziyade, ben biraz da kişisel olarak seni de tanıdığım için, punk müzikle de iç içe olduğunu bildiğim için...

E.C.B.: Arkadaşlarım var, Punk arkadaşlarım var. Ne demekse yani... Çok punkçı hepsi... Yani evet yardımcı oluyorlardı, do it yourselfe uyduğu için, dağıtımı falan kolay, sticker işlerinde falan yardımcı oluyorlardı. Bir de bazı tekniklerin geliştirilmesinde punkın yardımı olmuştur; onlar hızlı yaptıkları için: Stencil teknikleri, hızlı sticker teknikleri: Serhat Köksal.

J.K.: Fanzinin özünde zaten kişisel olarak yapılabilen bir şey olması da...

E.C.B.: Fanzin zaten fotokopiden dergi bana kalırsa...

J.K.: Bağsızlık getiriyor sana sonuçta, kimseye bağımlı kalmıyorsun...

E.C.B.: Fotokopiden dergi diyordum ben buna. Fotokopiden dergi yapıyorduk; en basitini yapıyorduk. 

J.K.: Bir derdin var ama nihayetinde, bir şey anlatmak için yapıyorsun bunu?

E.C.B.: İyi niyetimizi organize etmek için hadi. Çyle bir şey için yani. Ben hala bir şey yapıyorum; dergi yapmasam da bir şey yapıyorum. Yapmak zorundayım. Zorunda değilim de... Özür dilerim, ne acayip kelime. Zorunluluk değil de, elimde değil yani. Yapıyorum yani, siz de öylesiniz, bu öyle bir hikayedir...

B.S.: Yapmamak elimizden gelmediği için biraz da...

E.C.B.: Elimizden geleni yapıyoruz biz. 

J.K.: Peki Mondo Trasho’dan sonra neler oldu? Bir süreç zannediyorum Mondo Trasho’nun çıkışı?

E.C.B.: 24, 25 sayı Mondo Trasho ama ben sana söyleyeyim; 91, 2005 arası...

J.K.: 2005’e kadar uzandı...

E.C.B.: 25. Sayı 2005’te. Mondo Atropo. Bak o acayipti. Mondo Atropo’ydu; dönüşsüz sayı. Kapağında da, bir çizgi roman karesi vardır; hatırlarsınız, klasiktir. Bir kovboy birinci kattan atlar atına. Onu fotokopiyle açıp altıncı kattan atlatmıştım. Mondo Atropo, hani artık dönüşü olmayan bir şekilde atlıyor. Fotokopiyle yapıyordum ama, photoshopla değil.

B.S.: Farklı isimlendirmelerin hepsi o sayının içeriğiyle alakalı değil mi?

E.C.B.: Kesinlikle. Gizil de olsa. Mondo Akinetono hap sayısıydı. Ama kapakta hap vardı. Kızıl Maske akinetonun önünde duruyor yani. Çnünde duruyorduk biz de aynen öyle. Önünde yazıyorduk; bir sorun da çıkmıyordu. Şimdi çıkıyor herhalde o sorunlar... 

B.S.: Fanzinde yer alan görsel olsun, yazınsal olsun o malzemelerle ilgili herhangi bir sorun...

E.C.B.: Görselleri ben yapıyordum, sayfaları eğer kendisi yapmak isteyen olursa ona bırakıyordum ama Serhat mesela tamamen kendi yapıyordu, Yahya öyle kendi yapıyordu. İsteyen kendi yapıyordu ama ben yapıyordum kapakları falan hep ben. Hoşuma gidiyordu zaten yapmış oluyordum. 

B.S.: Peki hiç bir sorunla karşılaştınız mı?

E.C.B.: Ne anlamda?

B.S.: Yani dağıtırken olumsuz bir tepkiyle vesaire?

E.C.B.: Ah canım! Aksine kolaylıklarla karşılaştık. Olumsuz tepki falan olmadı. Olumsuz tepki? Yok ya! Bir şey olmadı da şey, iyi oldu ya çok... Ne derler? Dolaştığım her yere bırakıyordum ben onar yirmişer, orada da bir kutusu oluyordu; oraya da insanlar para atıyordu. O zaman 1 Lira’ydı bak 91’de. Bana, eve zarfla 1 Lira gönderildiğinizbiliyorum ben; Kurtuluş’ta otururken. 1 Lira, demir 1 Lira; yani dergi istiyor. Bu ciddi bir durum. İnternetle ya da cep telefonuyla falan alakası olan bir iletişim türü değil bu, başka bir şey. Daktiloyla mektup yazıyorsun karşılıklı. Yazıları dizdirmek için bilgisayar olmadığı için, sol yayınları basan matbaalar vardı Sultanahmet’te; onlara gidiyorduk, rica ediyorduk, onlar bizi diziyordu falan. Çok eğleniyorduk.
J.K.: Enteresan. Şimdi söz konusu olan bir çok problem kendiliğinden aşılmış...

E.C.B.: Ortada yoktu ki zaten sorun diye bir şey, biz kendimiz çıkartıyoruz onu yani. 

J.K.: 2005’ten sonra ne yapmaya başladın peki; Mondo Trasho bitti?

E.C.B.: Gene öyle dergi ya da fotokopi olarak bir sürü iş yapıyordum zaten, başka öyle bir sürü ara iş var. Ece Ayhan’lar var. Ece Ayhan silsilesi yaptım; Kafamızı Kurcalayan Kimi Sorunlar Üzerinedir, diye, bir iki üç dört beş altı yedi. Kapaklarında hep Ece Ayhan’dan bir metin alıp içerisine. Ölünün Arkasından Konuşmak... Meclislikler... Bazı metinlerini koyuyordum sadece. Nilgün Marmara hakkında bir tane vardı ya da bir konu hakkında; kafama takmışsam... Bir tane eroin bırakma hikayesi olan Toz Beti var mesela. Ciddi anlamda eroin bırakma hikayesi vardır içinde ve yardımcı olacak bir şeydir bırakmaya çalışanlara. Bence çok sağlam bir dergidir kuşkusuz. Düzgün kafayla, düzgün bir zamanda, düzgün şekilde yapılmıştır çünkü. Gerçekten içerisindeydik. O yapıldı öyle çıktık işin içerisinden. Ben çok severim onu kişisel olarak. Görsel olarak da çok güçlüdür, içerik de çok sağlamdır çünkü çok samimiydi. Yapacak başka bir şey yoktu. Ölecektik yoksa! 

B.S.: Peki 91’de tabii Mondo Trasho’yla başladıktan sonra, bir de işte bahsettik; gene Laneth de aynı anda başladı... 

E.C.B.: Onların kulvarı ayrı...

B.S.: İşin içine sen de bir şekilde dahil olduğun için ondan sonraki süreçle ilgili...

E.C.B.: Daha sonra fanziler çoğaldı. İnsanlar baktılar ki görsel normlar kolay, kes yapıştırlar kolay oluyor, bir zorluk çıkartmıyor... Çok fazla fanzin oldu ve çok güzel bir dönem var gerçekten; 95, 96’da falan. Deli gibi fanzin vardı. Yirmi yirmi beş tane 
Dergi geliyordu ayda, değişik insanlardan. Antalya’da Koelekant tayfası vardı. İzmir’de, Kütahya, Eskişehir... Her yerde birileri bir şeyler yapıyordu. Şimdi pek takip edemiyorum internet üzerinden de çünkü pek hoşuma gitmiyor. Scan edilmiş dergileri paylaşıyorar yani salakça bir şekilde, fotokopi başka bir şey çünkü...

B.S.: Kes yapıştır tekniğinin kullanılması da sanki üretim sürecine daha da bir samimiyet kazandırıyor?

E.C.B.: Ama abi samimiyet kazandırıyor. O daha sonra koyuluyor. O sırada samimiyet... Yani düşünülmüş bir şey değil; zaten elinde olan malzeme o olduğu için samimiyetin ötesinde bir şey var. Altında ya da üstünde değil, samimiyetle ilgisi olmayan bir şey var bana kalırsa... Bilmiyorum. Adı başka bir şey olsa gerek çünkü kuşkusuz samimiyiz, elbette samimi davranıyoruz da... His o değil. Elinin altındakini faksla yapıyorsun, kağıtla yapıyorsun; bir şey yapıyorsun ve arada bir medyan var, o medyayı buluyorsun, onu kullanıyorsun. Don’t fight forces use them hesabı...  .....? ‘ın lafı bu. Dirençlerle, gerilim kanunlarıyla uğraşıp fizikte bambaşka bir dünya yaratmış biri olduğu için güzel bir laf o. Gerek yok gerçi, kullanılacak çok şey var yani.

J.K.: Fanzinler çok fazla sayıya ulaşmaya başladılar bir süre ve...

E.C.B.: Nitelik...

J.K.: Evet, muhteviyat bozuk...

E.C.B.: Eh tabii, olabiliyor bazılarında insanların tatlı su... şeklinde yaptığı fanzinler oluyor; aklında bir şey yok ama bir şey yapmak istiyor ya da görsel bir koddan etkilenmiş... Onlar sırıtır zaten, onlar da silinip gidiyorlar. 

J.K.: Silinip gidiyor fakat çoğunu da onlar oluşturuyor şu anda...

E.C.B.: Evet ama yani genelde de öyle değil mi? Binlerce kaste var, binlerce dansöz var ama bir kaç tane de zen albüm var. Olacak bu ya.

J.K.: Bu, bu çağ biraz ona getirdi işte; 90’lar içindeki o süreç...

E.C.B.: Çağda hata yok bence, bu hep böyleydi... Hızlandı biraz ilişkiler o kadar. Çok hızlandı. Bilmiyorum. O kadar hızlı dönelim biz de o zaman. 

B.S.: Takip edebiliyor musun peki Esat, şimdi yeni çıkan fanzinleri?

E.C.B.: Yok, etmiyorum. Etmiyorum çünkü başka şeylerle uğraşıyorum. Fanzinlerle ya da ona benzer şeylerle ilgilendiğim zaman ilgilenen bir insanım. Samimi olmak gerekirse ilgilenmiyorum tabii öyle şeylerle şimdi. Şimdi heykel yapıyorum. Oyuncaklarla kolaj yapıyorum. Hatta iki elimi de kullanmamayı düşünüyorum. Hiç çizim yapmıyorum; çok hoşuma gidiyor, hiçbir şey de kesmiyorum. Bilgisayarda güzel bir alan keşfettim kendime, kullanım açısından benimsediğim kes yapıştır tekniğine falan uygun, kullanılabilecek bir mantığı var. Ben bilgisayardan ancak o kadar anlıyorum ve çok da hoşuma gidiyor. Onlarla uğraşıyorum, çok da keyif alıyorum. Çok mutluyum, herkese tavsiye ederim. Jpeg yapın! Çünkü acayip bir şey! Ne demek! Bir alete ön yargı olur mu ya? Bilmiyorum. Oluyor da işte patolojik buluyorum ben o durumu. 

B.S.: Olmasa daha iyi olur tabii...

E.C.B.: O da Nasreddin gibi... Olmasa daha iyi, olur tabii, tamam...

J.K.: Sonuç itibariyla kolaylaştırıyor...

E.C.B.: Kuşkusuz...

J.K.: Ön yargıyla yaklaşmak saçma. Bir parça bu yaptığın işlerin içeriğinden bahsetmek ister misin; bu oyuncaklar falan? 

E.C.B.: T.C. ile uğraşıyordum bir seri, şimdi onu bitirdim. 

J.K.: Sergi falan var mı?

E.C.B.: Geçen sene vardı. Bilmiyorum ki, hiç bir fikrim yok. Yapıyorum ben sadece. 

J.K.: Elinde zaten sergi için hazırlanmış işler var...

E.C.B.: Fazlasıyla var. 

J.K.: Geçen gün beraber de baktık ya hani korkunç sayıda iş var.

E.C.B.: Var var, daha görmediklerin de var. Ben zaten sadece bu işle uğraşıyorum. Sadece bu işleri yapıyorum o yğzden de çok vaktim var... İşte T.C.’yi bitirdim Atatürk’ü kendisiyle tanıştırıp. İki tane Atatürk heykelini...

J.K.: Böcekler? Böceklerden bahsetsene ya, hakikaten çok güzel görseller çünkü.

E.C.B.: Dört tane gözlüğü ısıtarak, gövdelerinde de tıraş bıçağı ya da kendilerini kullanarak bçcek yapıyordum. Hareketli. Bayağı da çok çeşit yaptım. Hiç biri de biribirine benzemiyordu. Plastik gözlükleri ısıtarak yapıyorsun. Eklemli de oluyorlar. Güzel oldular çok çeşitli. Ama onları da bitirdim, bıraktım yani. 

J.K.: Bunlar da aslında kes yapıştır işlerine benziyor, aynı mantıkta...

E.C:B.: Tabii yani aynı. Aynen. Kolaj yapıyorum ben. Hayatımın tamamı alıntıdır. Kim demiş bunu? Güzel...

B.S.: Kes yapıştır tekniğine dönmüşken hazır... 

E.C.B.: Yapıştır mı diyorsun şimdi?

B.S.: Edebiyatta da beat kuşağıyla ilgili olarak kes yapıştır tekniğinin kullanıldığı...

E.C.B.: Burroughs’u biliyorum ben bir tek. Okuduğum, yazar olarak bu tekniği kullanmış ilk şeylerinde falan... Evet, metin olarak gördüm öyle güzel şeyler, kafa olarak da bizimle aynı olduğu için pek üzerine gitmedim. O kuşakla pek ilgilenmiyorum ben zaten. 

B.S.: Bir etkilenme falan yok; tamamen bağımsız olarak gelişmiş...

E.C.B.: Tabii öyle etkilenmişizdir ama hani Ece abi gibi, Cemal abi gibi falan gibi değil yani; onlar sıradan insanlar. Yok hayır ya, öyle bir etkilenme söz konusu değil. Arkadaşlarım beni daha çok etkiler. Yaşamayan varlıklar yani görmediğim insanlar da. 

J.K.: Esat teşekkür ederiz. Süremiz doldu.

E.C.B.: Ben teşekkür ederim Eyvallah. Süper!

J.K.: Biz sohbet etmeye devam ederiz dışarda keyifli oluyor...

İyi akşamlar...