Yer6 Hafıza Projesi'ne Destek Vermek İçin...

Posta Çeki Hesabımız: 8830591 PTT Beyoğlu Şubesi

21 Eylül 2011 Çarşamba

25 Şubat Yer6 Hafıza 94.9 Açık Radyo - Açık Dergi







Yer6 Hafıza
Zeynep Rojda Güvenç
Janset Karavin

Zeynep Rojda Güvenç: Yer6 Hafızadan merhaba.

Janset Karavin: İyi akşamlar, herkese.

Z.R.G.: Ben, Zeynep Rojda Güvenç.

J.K.: Ben, Janset Karavin.

Z.R.G.: Bugün Apaçilerden bahsedeceğiz; benim aklıma Arizona ve Nev Meksiko’da yaşayan Avrupalı beyaz adama en büyük direnişi göstermiş onurlu Kızılderililer geliyor ama.

J.K.: Değil mi? Aslında Apaçiler bunlar.

Z.R.G.: Ama biz, bizim Apaçilerden bahsedeceğiz; bizimkiler: ‘’Jöleli saçları, çakma marka giysileri, ritimli yürüyüşleriyle şehrin nabzını renklendiriyorlar bir taraftan.’’ Ben, bu gençlerin televizyon vasıtasıyla yaptıkları dans şovlarıyla fark edilip üne kavuştuklarını düşünüyorum. Onların ‘marşı’ nedir, diye baktım. Flow Shakes lakaplı Dj Semih’in yaptığı bir şarkı o.

J.K.: Yani Türk aslında.

Z.R.G.: Outro Lex, o her yerde duyduğumuz şarkının adı.

J.K.: İlginçmiş bu.

Z.R.G.: Bu meşhur şarkı da onların daha fazla ünlenmesine sebep oldu diye düşünüyorum. Şehirli, eğlenceli ama bir taraftan da uyumsuzluktan doğmuş bir halleri var ve toplumun bir çok dinamiğinde bir taraftan da alay konusu oluyorlar, saçları ve tavırlarıyla.

J.K.: Aslında, bir uyum çabası var ama o uyum, uyamamak haline dönüşüyor değil mi?

Z.R.G.: Aynen. Burada bir şunu gözlemledim ben. Türk, Kürt, Laz, Çingene gibi bir ayrımları yok bu çocukların.

J.K.: Etnik kökenle ilgili bir problem değil bu sanırım, ama galiba sosyokültürel kökenle ilgili biraz.

Z.R.G.: Sosyokültürel anlamda zayıf ve statüsü olmayan bir profile sahipler ama bir taraftan da topluma muhalif olmadan uyum sağlıyorlar. Dün araştırma yaparken, sosyolog ve felsefeci Orhan Tekelioğlu’nun bir yazısını buldum. Oradan bir kısa bir şey okumak istiyorum, ‘Şehir Serserisi,’ diye. Bu, aslında durumun biraz tarihsel sürecini anlatıyor.

J.K.: Güzel olur, özetlemiş olur belki de durumu.

Z.R.G.: ‘’1950’lerden başlayarak, Amerika Birleşik Devleti kökenli pop kültürün özellikle Hollywood sinemasının, dünyada artan hükümdarlığından Nato’ya katılan Türkiye’nin de azat olamayacağı çok açık. Erken dönem vestern filmlerinde kötü ve çapulcu karakterler olarak resmedilen Kızılderililerden haberdarız zaten. İlginçtir, devrin argosu Amerikan emperyal kafasının uydurduğu Kızılderili tiplemesini kolayca benimser. Perdede gösterilen Kızılderili kabilenin … başkanı olan Apaçileri amerikan izleyicisi gibi alımlamaya başlar. Böylece, başıbozuk, hayta gibi sözcüklerin yanına şehir serserisi manasında Apaçi de yerleşir. Tabii ki devrin hakim yabancı lisanı Fransızca ve Frenkçe okunuşuyla apaş ile tanışırız. Hala bulmacalarda sorulan, o yıllarda yazılan, edebiyatta (merak edenler Atilla İlhan’ın Abbas Yolcu’suna bakabilir) sıkça karşılaşılan apaşlar şehrin yeni kopuklarıdır. Cem Karaca ve Apaşlar da sözcüğün önemine işaret ediyor. Özetlersek, merkezde gösterilmesinden hoşlanılmayan, daha çok şehrin kenar mahallelerinden gelen ve genel güvenliği tehdit edeceği varsayılan tiplere, 1950’lerden başlanılarak apaş denildiğiniz anlarız. Osmanlı döneminde de şehir serserileri her zaman ciddi bir sorun kaynağı olarak görüldü.’’ (Osmanlı metinlerinde, ‘Mazanei suhi eşhas’ yani, ağır bir suçu birden fazla kez işleyenlere yardım ve yataklık ettikleri için, durumlarından şüphe duyulanlar diye tarif  edilen olağan şüpheliler. Üç alt tipi var, üçe bölüyor Orhan Tekelioğlu; bunlar, sırasıyla. Külhanbeyleri, kabadayılar ve kopuklardır.) ‘’Kabaca sınıflarsak, hamamların altındaki cehennemlik de denen büyük ocaklarda yani külhanlarda yaşayan, birbirleri ile şifreli bir dille anlaşan. Genellikle ailelerini yitirmiş çocukları aralarına alarak, lonca düzeni ile örgütlenen bir sosyal cemaatin mensuplarıdır külhanbeyleri. Günümüz mafyasını andıran ve esnafı, zenginleri haraca bağlayan bu tiplerden hoşlanıldığı varit değildir. Öte yandan mahallenin mert ve bıçkın delikanlılarını tanımlamak için kullanılan kabadayının çağırışım dünyası hiç de olumsuz değil. Çünkü külhanbeylerden asla hoşlanmayan kabadayıların hırsızlıkla, zorbalıkla asla alakaları olmadığı gibi, şövalyeci bir ruhla namusunu korudukları için, mahalleli tarafından sevilir, himaye edilirlerdi. Kopuk ise, hayatlarının bir döneminde yaptıklarından (ahlaksızlık, hırsızlık gibi) sonra, örneğin aileleri tarafından dışlanmış, sosyal ilişkilerden aforoz edilmiş olanlar için kullanılırdı. Çoğunun makbul bir geçmişi, iyi bir mesleği olsa da artık kabul görmeyen, tehlikeli, silahlı olarak gezinen tekil tiplerdi. Külhanbeyleri ya da kabadayılar gibi sosyolojik destek istemleri olmadığından birbirlerine pek bulaşmaz, kabadayılar, külhanbeyleri özellikle zabıtadan nefret ederlerdi. Yalınkılıç kalmalarının bedelini sıkça hapse düşerek, hastalıklarında bakacak kimse bulamayarak ve neticede genç yaşta ölerek öderlerdi. Şehirlerdeki suçun tarihi ile ilgilenenlerin, suça meyyal çevreleri anlamak isteyenlerin, zabıta teşkilatı tarihine ve Osmanlı’daki serseriler olgusuna daha yakından bakmaları gerektiği ortada. Sosyolojide kopmalar olmaz. Değişim, dönüşüm olur,’’ diyor, Orhan Tekelioğlu. 

J.K.: Çok güzel açıklamış aslında ama burada enteresan bir şey var. Mesela kabadayı tabirinin günümüzde değişmiş olması. Şimdi tam aksine bir durum söz konusuymuş gibi hissediliyor ama...

Z.R.G.: Ya bir de bugüne baktığımızda; apaş sözcüğündeki suça göndermeyi göremiyoruz Apaçilerde. Onu sağlamaya çalışıyorlar ve onlar 1950’lilerdeki ruhun aksine sadece eğleniyor ve eğlendiriyorlar.

J.K.: Fakat bir de şu var; gettolardan, varoşlardan, şehrin kenar mahallelerinden gelip şehrin kültürünün içine dalan bu insanların orada bulunuşları, şehir kültürüne uyum sağlamış veyahut da zaten şehirli olan insanların (İstanbul düşünülürse, şehir kültürüne uyum sağlamışı da parantez içine alıp söylemek gerekiyor belki de) tedirgin olmalarına da sebep veriyor. Bu insanların, bulunuş biçimleri, davranışları o rahatsızlığı veriyor aslında şehirlilere fakat suçla doğrudan doğruya bir ilişkileri yok artık. Mesela, bu suçla doğrudan doğruya orantısızlık hali aslında bu apaçi deyişinin Fransa’da çıkışına da kaynak olan bir durum ve olaylar söz konusu yine aynı süreçler...
        1950’lilerden daha da evvel, yüzyılın başlangıcı diyebileceğimiz o ilk çeyrek içinde olan şeyler... Orada da söz konusu ama orada da çeteler kuran sokak çocukları var ve bu çetelerden bir tanesi kendilerine Apaçiler dedikleri için ve en ünlüsü de bu olduğu için öyle kalıyor isimleri. Yoksa, Amerikanların yaptıkları, kendilerine karşı en büyük direnişi gösteren Kızılderililere karşı, böyle bir aşağılama yöntemi kullanmak gibi bir şey... Bilinçli olarak yapılmış bir şey belki de. Onlar da böyle bir kaygı yok, fakat durum bu.

Z.R.G.: Hala bunun sürdüğünü düşüyorum ben.

J.K.: Sinema sektörüyle devam eden bir şey bu. Fransa’da da mesela suç oranının apaçilerle ya da o çetelerle beraber arttığı düşünülmüş ve onlar potansiyel suçlu olarak algılanmışlar. Her görüldükleri yerde peşlerine polis takılmış, alınıp götürülmüşler. Sonuçta istatistikler gösteriyor; apaçilerin yani sokak çocuklarının, şehirde kurdukları çetelerle kendilerine yarattıkları bir sosyal ortam var.

Z.R.G.: Biz de bir sokak çocuğu durumu yok ve bizde bir de şöyle bir durum var.

J.K: Suçla doğru bir orantı yok aslında.

Z.R.G.: Yok, 1950’liler ve 60’larla İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirleri göz önüne alırsak, melezleşen heterojen bir yapı var, bu çocuklar yırtmak, zenginleşmek, var olmak çabası içinde.

J.K.: İstanbul’a göç sebeplerinin en başında gelenlerden birisi bu. Fakat, adın bu şekilde... ‘dejenere edilmesi,’ diyeceğim yani.

Z.R.G.: Aynen, o onurlu kabilenin…

J.K.: O kaynak çok önemli, yani onun Amerikalılar tarafından yapılıyor oluşu. Bu konuda da bilinçsiz olduklarını hiç zannetmiyorum. Doğrudan doğruya bilinçli bir davranış olduğunu düşünüyorum ben bunun.

Z.R.G.: Ben de öyle.

J.K.: Bu çok enteresan fakat bizim o dönem içinde kullandığımız şeyin, Amerikan kültürünün bir yansıması olarak mı bulunduğunu yoksa Fransa’dan gelen bir yansıma mı olduğu konusunda bir fikrim yok. Aslında her ikisi de mümkün gibi gözüküyor. 1950’lili yıllar söz konusu olduğu için hem Amerikan etkisi ile böyle bir kelimenin yerleşmiş olması söz konusu olabilir. Fakat yine takip eden süreç içinde mesela, Cem Karaca, Apaşlar diye kullanıyor. Apaş, Fransızca telaffuzu kelimenin, o yüzden belki de Fransız etkisinde bizim kültürümüze girmiş  bir kelime daha çok. Serseri, kopuk manasında. Öyle diye düşünüyorum.

Z.R.G.: Bir taraftan da dejenere edilerek girmiş ama. Bu da biraz üzücü.

J.K.: Sonuç itibarıyla Apaçiler derken kastedilen şey Apaçi kabilesi değil ya da insanların hiçbirisi belki de, Apaçiler hakkında bir fikre sahip değiller ama bu insanlara Apaçi diyebiliyorlar. Aslında apaçi demek, tam aksine onur verici bir şey olmalı. Fakat o bir kökten bir şekilde anlamla beraber oturmuş ve kullanılıyor şu anda. Kısaca bir de şunu söylemek gerekiyor. Bu insanlar alt kültürün bir parçası mıdır? Kenar mahalleden geliyor oluşları, buradaki sosyokültürel yapıyı şehir hayatının içine taşıyor oluşları, belki de alt kültürün bir parçası olarak görülmelerine sebep olabilir. Tabii bizim bahsettiğimiz kapsamdaki alt kültür başka bir şey ama…

Z.R.G.: Hiç ilgisi yok, biraz da o yüzden bu gün, bu konuyu işledik.

J.K.: Yani temel olarak bir alt kültür söz konusu. Bilinen, görülmesi olağan hale gelmiş ‘ortalama kültür’ diyelim ona, bunun dışında bir sosyokültürel yapı söz konusu her birinde. Bu bakımdan bakınca bir alt kültürden bahsetmek mümkün. Ama içinde bulunduğumuz çağda, hele İstanbul gibi bir şehirde bunun artık bir alt kültür olduğunu söylemek belki de komik bile oluyor çünkü zaten o alt kültür(ler) diyelim, şehrin kendi kültürünü oluşturmaya başladılar bile. Neredeyse artık İstanbulluluk diye bir kavram söz konusu olmamaya başladı. İnsanlar artık bu taşıdıkları alt kimliklerle, kültürel kimliklerle İstanbul’da bu şekilde davranıyorlar. Bir İstanbul beyefendisi, İstanbul hanımefendisi olmak gibi kavramlar vardı mesela, bunlar artık neredeyse unutulmuş şeyler hatta zaman zaman…

Z.R.G.: Hatta garip.

J.K.: Garipsenecek durumlar, zaman zaman karşılaştığımızda böyle yaşlı teyzelerle, amcalarla ne kadar hoş hissettiriyor değil mi insana kendini? Bu tamamen kopmuş durumda. Bir taraftan da bir başka alt anlamda kullanarak kültürel bir bağlantısı yok bu grupların. Yani bunların içinde bulundukları durum, sosyokültürel bir farklılıktan kaynaklanan bir durum. Aslında yozlaşma, Uyum sağlayamama. Ne asıl, kendi kültüründe…

Z.R.G.: Uyumsuzlukla uyum sağlama.

J.K.: Ne asıl kültüründe, ne de şehrin kültürüne uyum sağlayamayarak tuhaf bir hal alıyor. Belki şeklen bunu taklit ederek sorunu çözebileceğini düşünüyor fakat o iş öyle olmuyor.

Z.R.G.: Teşekkür ederiz.

J.K.: Herkese iyi akşamlar.