Yer6 Hafıza
Zeynep Rojda Güvenç
Janset Karavin
Zeynep Rojda
Güvenç: Yer6 Hafızadan merhaba.
Janset Karavin: İyi
akşamlar, herkese.
Z.R.G.: Ben, Zeynep
Rojda Güvenç.
J.K.: Ben, Janset
Karavin.
Z.R.G.: Bugün
Apaçilerden bahsedeceğiz; benim aklıma Arizona ve Nev Meksiko’da yaşayan
Avrupalı beyaz adama en büyük direnişi göstermiş onurlu Kızılderililer geliyor
ama.
J.K.: Değil mi?
Aslında Apaçiler bunlar.
Z.R.G.: Ama biz,
bizim Apaçilerden bahsedeceğiz; bizimkiler: ‘’Jöleli saçları, çakma marka
giysileri, ritimli yürüyüşleriyle şehrin nabzını renklendiriyorlar bir
taraftan.’’ Ben, bu gençlerin televizyon vasıtasıyla
yaptıkları dans şovlarıyla fark edilip üne kavuştuklarını düşünüyorum. Onların
‘marşı’ nedir, diye baktım. Flow Shakes lakaplı Dj Semih’in yaptığı bir şarkı
o.
J.K.: Yani Türk
aslında.
Z.R.G.: Outro Lex,
o her yerde duyduğumuz şarkının adı.
J.K.: İlginçmiş bu.
Z.R.G.: Bu meşhur
şarkı da onların daha fazla ünlenmesine sebep oldu diye düşünüyorum. Şehirli,
eğlenceli ama bir taraftan da uyumsuzluktan doğmuş bir halleri var ve toplumun
bir çok dinamiğinde bir taraftan da alay konusu oluyorlar, saçları ve
tavırlarıyla.
J.K.: Aslında, bir uyum çabası var ama o uyum, uyamamak haline
dönüşüyor değil mi?
Z.R.G.: Aynen. Burada bir şunu gözlemledim ben. Türk, Kürt, Laz,
Çingene gibi bir ayrımları yok bu çocukların.
J.K.: Etnik kökenle ilgili bir problem değil bu sanırım, ama galiba
sosyokültürel kökenle ilgili biraz.
Z.R.G.: Sosyokültürel anlamda zayıf ve statüsü olmayan bir profile
sahipler ama bir taraftan da topluma muhalif olmadan uyum sağlıyorlar. Dün
araştırma yaparken, sosyolog ve felsefeci Orhan Tekelioğlu’nun bir yazısını
buldum. Oradan bir kısa bir şey okumak istiyorum, ‘Şehir Serserisi,’ diye. Bu,
aslında durumun biraz tarihsel sürecini anlatıyor.
J.K.: Güzel olur, özetlemiş olur belki de durumu.
Z.R.G.: ‘’1950’lerden başlayarak, Amerika Birleşik Devleti kökenli
pop kültürün özellikle Hollywood sinemasının, dünyada artan hükümdarlığından
Nato’ya katılan Türkiye’nin de azat olamayacağı çok açık. Erken dönem vestern
filmlerinde kötü ve çapulcu karakterler olarak resmedilen Kızılderililerden
haberdarız zaten. İlginçtir, devrin argosu Amerikan emperyal kafasının
uydurduğu Kızılderili tiplemesini kolayca benimser. Perdede gösterilen Kızılderili
kabilenin … başkanı olan Apaçileri amerikan izleyicisi gibi alımlamaya başlar.
Böylece, başıbozuk, hayta gibi sözcüklerin yanına şehir serserisi manasında
Apaçi de yerleşir. Tabii ki devrin hakim yabancı lisanı Fransızca ve Frenkçe
okunuşuyla apaş ile tanışırız. Hala bulmacalarda sorulan, o yıllarda yazılan,
edebiyatta (merak edenler Atilla İlhan’ın Abbas
Yolcu’suna bakabilir) sıkça karşılaşılan apaşlar şehrin yeni kopuklarıdır.
Cem Karaca ve Apaşlar da sözcüğün önemine işaret ediyor. Özetlersek, merkezde
gösterilmesinden hoşlanılmayan, daha çok şehrin kenar mahallelerinden gelen ve
genel güvenliği tehdit edeceği varsayılan tiplere, 1950’lerden başlanılarak
apaş denildiğiniz anlarız. Osmanlı döneminde de şehir serserileri her zaman
ciddi bir sorun kaynağı olarak görüldü.’’ (Osmanlı
metinlerinde, ‘Mazanei suhi eşhas’ yani, ağır bir suçu birden fazla kez
işleyenlere yardım ve yataklık ettikleri için, durumlarından şüphe duyulanlar
diye tarif edilen olağan
şüpheliler. Üç alt tipi var, üçe bölüyor Orhan Tekelioğlu; bunlar, sırasıyla.
Külhanbeyleri, kabadayılar ve kopuklardır.) ‘’Kabaca sınıflarsak, hamamların
altındaki cehennemlik de denen büyük ocaklarda yani külhanlarda yaşayan,
birbirleri ile şifreli bir dille anlaşan. Genellikle ailelerini yitirmiş çocukları
aralarına alarak, lonca düzeni ile örgütlenen bir sosyal cemaatin mensuplarıdır
külhanbeyleri. Günümüz mafyasını andıran ve esnafı, zenginleri haraca bağlayan
bu tiplerden hoşlanıldığı varit değildir. Öte
yandan mahallenin mert ve bıçkın delikanlılarını tanımlamak için kullanılan
kabadayının çağırışım dünyası hiç de olumsuz değil. Çünkü külhanbeylerden asla
hoşlanmayan kabadayıların hırsızlıkla, zorbalıkla asla alakaları olmadığı gibi,
şövalyeci bir ruhla namusunu korudukları için, mahalleli tarafından sevilir,
himaye edilirlerdi. Kopuk ise, hayatlarının bir
döneminde yaptıklarından (ahlaksızlık, hırsızlık gibi) sonra, örneğin aileleri
tarafından dışlanmış, sosyal ilişkilerden aforoz edilmiş olanlar için
kullanılırdı. Çoğunun makbul bir geçmişi, iyi bir mesleği olsa da artık kabul
görmeyen, tehlikeli, silahlı olarak gezinen tekil tiplerdi. Külhanbeyleri ya da
kabadayılar gibi sosyolojik destek istemleri olmadığından birbirlerine pek
bulaşmaz, kabadayılar, külhanbeyleri özellikle zabıtadan nefret ederlerdi.
Yalınkılıç kalmalarının bedelini sıkça hapse düşerek, hastalıklarında bakacak
kimse bulamayarak ve neticede genç yaşta ölerek öderlerdi. Şehirlerdeki suçun
tarihi ile ilgilenenlerin, suça meyyal çevreleri anlamak isteyenlerin, zabıta
teşkilatı tarihine ve Osmanlı’daki serseriler olgusuna daha yakından bakmaları
gerektiği ortada. Sosyolojide kopmalar olmaz. Değişim, dönüşüm olur,’’ diyor, Orhan Tekelioğlu.
J.K.: Çok güzel açıklamış aslında ama burada enteresan bir şey var.
Mesela kabadayı tabirinin günümüzde değişmiş olması. Şimdi tam aksine bir durum
söz konusuymuş gibi hissediliyor ama...
Z.R.G.: Ya bir de bugüne baktığımızda; apaş sözcüğündeki suça
göndermeyi göremiyoruz Apaçilerde. Onu sağlamaya çalışıyorlar ve onlar
1950’lilerdeki ruhun aksine sadece eğleniyor ve eğlendiriyorlar.
J.K.: Fakat bir de şu var; gettolardan, varoşlardan, şehrin kenar
mahallelerinden gelip şehrin kültürünün içine dalan bu insanların orada
bulunuşları, şehir kültürüne uyum sağlamış veyahut da zaten şehirli olan
insanların (İstanbul düşünülürse, şehir kültürüne uyum sağlamışı da parantez
içine alıp söylemek gerekiyor belki de) tedirgin olmalarına da sebep veriyor.
Bu insanların, bulunuş biçimleri, davranışları o rahatsızlığı veriyor aslında
şehirlilere fakat suçla doğrudan doğruya bir ilişkileri yok artık. Mesela, bu
suçla doğrudan doğruya orantısızlık hali aslında bu apaçi deyişinin Fransa’da
çıkışına da kaynak olan bir durum ve olaylar söz konusu yine aynı süreçler...
1950’lilerden daha da
evvel, yüzyılın başlangıcı diyebileceğimiz o ilk çeyrek içinde olan şeyler...
Orada da söz konusu ama orada da çeteler kuran sokak çocukları var ve bu
çetelerden bir tanesi kendilerine Apaçiler dedikleri için ve en ünlüsü de bu
olduğu için öyle kalıyor isimleri. Yoksa, Amerikanların yaptıkları, kendilerine
karşı en büyük direnişi gösteren Kızılderililere karşı, böyle bir aşağılama
yöntemi kullanmak gibi bir şey... Bilinçli olarak yapılmış bir şey belki de.
Onlar da böyle bir kaygı yok, fakat durum bu.
Z.R.G.: Hala bunun sürdüğünü düşüyorum ben.
J.K.: Sinema sektörüyle devam eden bir şey bu. Fransa’da da mesela suç
oranının apaçilerle ya da o çetelerle beraber arttığı düşünülmüş ve onlar
potansiyel suçlu olarak algılanmışlar. Her görüldükleri yerde peşlerine polis
takılmış, alınıp götürülmüşler. Sonuçta istatistikler gösteriyor; apaçilerin
yani sokak çocuklarının, şehirde kurdukları çetelerle kendilerine yarattıkları
bir sosyal ortam var.
Z.R.G.: Biz de bir sokak çocuğu durumu yok ve bizde bir de şöyle bir
durum var.
J.K: Suçla doğru bir orantı yok aslında.
Z.R.G.: Yok, 1950’liler ve 60’larla İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük
şehirleri göz önüne alırsak, melezleşen heterojen bir yapı var, bu çocuklar
yırtmak, zenginleşmek, var olmak çabası içinde.
J.K.: İstanbul’a göç sebeplerinin en başında gelenlerden birisi bu.
Fakat, adın bu şekilde... ‘dejenere edilmesi,’ diyeceğim yani.
Z.R.G.:
Aynen, o onurlu kabilenin…
J.K.: O kaynak çok önemli, yani onun Amerikalılar tarafından yapılıyor
oluşu. Bu konuda da bilinçsiz olduklarını hiç zannetmiyorum. Doğrudan doğruya
bilinçli bir davranış olduğunu düşünüyorum ben bunun.
Z.R.G.: Ben de öyle.
J.K.: Bu çok enteresan fakat bizim o dönem içinde kullandığımız şeyin,
Amerikan kültürünün bir yansıması olarak mı bulunduğunu yoksa Fransa’dan gelen
bir yansıma mı olduğu konusunda bir fikrim yok. Aslında her ikisi de mümkün
gibi gözüküyor. 1950’lili yıllar söz konusu olduğu için hem Amerikan etkisi ile
böyle bir kelimenin yerleşmiş olması söz konusu olabilir. Fakat yine takip eden
süreç içinde mesela, Cem Karaca, Apaşlar diye kullanıyor. Apaş, Fransızca
telaffuzu kelimenin, o yüzden belki de Fransız etkisinde bizim kültürümüze
girmiş bir kelime daha çok.
Serseri, kopuk manasında. Öyle diye düşünüyorum.
Z.R.G.: Bir taraftan da dejenere edilerek girmiş ama. Bu da biraz
üzücü.
J.K.: Sonuç itibarıyla Apaçiler derken kastedilen şey Apaçi kabilesi
değil ya da insanların hiçbirisi belki de, Apaçiler hakkında bir fikre sahip
değiller ama bu insanlara Apaçi diyebiliyorlar. Aslında apaçi demek, tam aksine
onur verici bir şey olmalı. Fakat o bir kökten bir şekilde anlamla beraber
oturmuş ve kullanılıyor şu anda. Kısaca bir de şunu söylemek gerekiyor. Bu
insanlar alt kültürün bir parçası mıdır? Kenar mahalleden geliyor oluşları,
buradaki sosyokültürel yapıyı şehir hayatının içine taşıyor oluşları, belki de
alt kültürün bir parçası olarak görülmelerine sebep olabilir. Tabii bizim
bahsettiğimiz kapsamdaki alt kültür başka bir şey ama…
Z.R.G.: Hiç ilgisi yok, biraz da o yüzden bu gün, bu konuyu işledik.
J.K.: Yani temel olarak bir alt kültür söz konusu. Bilinen, görülmesi
olağan hale gelmiş ‘ortalama kültür’ diyelim ona, bunun dışında bir
sosyokültürel yapı söz konusu her birinde. Bu bakımdan bakınca bir alt
kültürden bahsetmek mümkün. Ama içinde bulunduğumuz çağda, hele İstanbul gibi
bir şehirde bunun artık bir alt kültür olduğunu söylemek belki de komik bile
oluyor çünkü zaten o alt kültür(ler) diyelim, şehrin kendi kültürünü
oluşturmaya başladılar bile. Neredeyse artık İstanbulluluk diye bir kavram söz
konusu olmamaya başladı. İnsanlar artık bu taşıdıkları alt kimliklerle,
kültürel kimliklerle İstanbul’da bu şekilde davranıyorlar. Bir İstanbul
beyefendisi, İstanbul hanımefendisi olmak gibi kavramlar vardı mesela, bunlar
artık neredeyse unutulmuş şeyler hatta zaman zaman…
Z.R.G.: Hatta garip.
J.K.: Garipsenecek durumlar, zaman zaman karşılaştığımızda böyle yaşlı
teyzelerle, amcalarla ne kadar hoş hissettiriyor değil mi insana kendini? Bu
tamamen kopmuş durumda. Bir taraftan da bir başka alt anlamda kullanarak
kültürel bir bağlantısı yok bu grupların. Yani bunların içinde bulundukları
durum, sosyokültürel bir farklılıktan kaynaklanan bir durum. Aslında yozlaşma,
Uyum sağlayamama. Ne asıl, kendi kültüründe…
Z.R.G.: Uyumsuzlukla uyum sağlama.
J.K.: Ne asıl kültüründe, ne de şehrin kültürüne uyum sağlayamayarak
tuhaf bir hal alıyor. Belki şeklen bunu taklit ederek sorunu çözebileceğini
düşünüyor fakat o iş öyle olmuyor.
Z.R.G.: Teşekkür ederiz.
J.K.: Herkese iyi akşamlar.